Sinema, farklı ülkelerin, farklı kültürleriyle bezeli milyonlarca filmin dokuduğu eskimeyen bir kilim gibi hayatlarımızı, yaşamlarımızı sarıp sarmalıyor. İzlediğimiz her kaliteli yapım bizi bambaşka bir evrene, bambaşka bir hikayeye alıp götürüyor. Lumier Kardeşler’in Gara Giren Tren’inden beri, bir kitle sanatı olan sinema, yüzyılı aşkın süredir dünyanın sarsılmaz gerçekliğinden bir süre dahi olsa bir kaçış sağlayarak, kimi zaman güldüren, kimi zaman ağlatan, kimi zaman korkutan, kimi zaman düşünceler denizinde kaybolmamızı sağlayan bir illüzyon geçidi sunuyor. Her yıl kesinlikle izlenmesi gereken filmler listemiz kabarırken boşa geçirdiğimiz yahut günün iş güç koşuşturmasında tükettiğimiz her saat, sinema bize oyunlar oynamayı sürdürüyor ve bu listeyi yeni yeni yıldızlarla donatmayı sürdürüyor.
Elbette ki ölmeden önce izlenmesi gereken binlerce, on binlerce film var. Üstelik türlerin bu kadar iç içe geçtiği günümüzde filmleri, salt korku ya da salt aksiyon olarak kategorize etmek de bir o kadar güç. Bu sebeple listemizi hazırlarken öncelikle filmin türdeki ağırlığını baz aldık. Örneğin bir film, hem korku hem aksiyon öğeleri barındırıyorsa bu iki janrdan hangisi daha ağırlıktaysa o filmi, ilgili başlık altına yerleştirdik. Sinema gibi subjektif bir sanat dalında itirazlar ve burun kıvıranlar muhakkak olacaktır ki haklıdırlar da. Ancak listeyi hazırlarken elimizden geldiğince kişisel görüşümüzü bir kenara bırakarak, izleyicinin genel yorumlarını ve sinema otoritelerinin görüşlerini referans alarak hazırlamaya gayret gösterdik.
Filmleri inceleyip listeye dahil edip etmeme sürecinde baz aldığımız şey, filmin türe, akıma, aktör/aktrise ya da sinema anlayışına yaptığı katkı ya da katkıları incelemek oldu. Şüphesiz ki birbirinden kaliteli yüzlerce film arasından bu seçkiyi yapmak zor bir süreç olsa da bazı filmlerin, hem türe hem de sektöre yaptığı katkıları görmezden gelmek imkansıza yakındı. Örneğin, her ne kadar listede yer almasa da “Arabistanlı Lawrence” filminin altın oran kullanımı ve serüven filmlerine getirdiği geniş açılı bakış, pek çok yönetmeni etkilemiş, bu filmden sonra gelen yüzlerce filmde “Arabistanlı Lawrence” gibi sahneler ve çekim teknikleri kullanılmıştır.
Aksiyon, korku, komedi, bilim kurgu ve animasyon başlıkları altında, her türden beşer filmin tanıtıldığı bu listede, favori filmlerini göremeyenler muhakkak olacaktır. Ancak ünlü bir düşünür İsmail YK’nın da dediği gibi “benim beğendiğim beni beğenmez, beni beğeneni ben beğenmem”. Huzurlarınızda, beş farklı türe göre en iyi filmler listesi!
Aksiyon Filmleri
5. Die Hard (Zor Ölüm) – 1988 – IMDb: 8,2
Kesinlikle ölmeden önce izlenmesi gereken filmlerden bir aksiyon klasiği olan Zor Ölüm! Noel Gecesi, New York polis departmanında görev alan karizmatik dedektif John Mcclane, aralarının bozuk olduğu karısıyla, tekrar eskisi gibi olabilmek ve barışabilmek için karısının yanına Los Angeles’a gelir. Eşi Holly, Noel partisi için Nakatomi plazaya gider. John Mcclaine de oraya gitmek için yola koyulur. Mcclaine Nakatomi Plazaya vardığında, üzerini değiştirmek için bir odaya girer. Bu sırada da binayı bir grup Alman terörist kuşatır ve içerideki insanları rehin alır. Bu rehinelerin arasından sadece Dedektif Mcclaine kurtulur. Mcclaine, içeride karısının da bulunduğu bu rehineleri kurtarmak için her şeyi yapacaktır. Tabii bir ağrı kesici bulabilmek için de. Bruce Willis’i “Mavi Ay” daki temiz yüzlü dizi çocuğundan, dünyaca ünlü bir aksiyon yıldızına dönüştüren filmdir. O dönemde çok sükse yapan filmin 3 devam filmi daha çekilmiştir. Die Hard aksiyon dolu sahneleri, akılcı ve esprili diyalogları ile diğer bir klasik olan “High Noon (Kahraman Şerif)” filminden beri Hollywood’un sevdiği bir tema olan, “Siz Hepiniz, Ben Tek” türünün başarılı örneklerindendir. Hatta belki de en başarılısı… Öyle ki Akademi Ödülleri’nde de 4 dalda Oscar’a aday gösterilmiştir.
4. Aliens (Yaratık 2) – 1986 – IMDb: 8.4
Nostromo’dan sağ kurtulan Ripley, derin uykuda 57 yıl geçirdikten sonra tesadüf eseri bulunur. Tedavi sürecinin ardından kurulan komisyonda başından geçenleri anlatır fakat şirketin hukuk bürosu ve yönetici ekibi anlatılanlara inanmazlar. Çünkü Ripley’nin olayların yaşandığını iddia ettiği gezegen, 20 yıl önce atmosferi solunabilir hale getirilmiş, kolonileştirilmiş ve Ripley’in iddia ettiği Xenomorph’a dair hiçbir iz bulunamamıştır. Ripley’in uçuş lisansı elinden alınır. Ripley, lisansı elinden alındıktan sonra, limanda kargo işçisi olarak çalışıp, kabuslarıyla mücadele ederken, şirketin avukatlarından Burke, Ripley’in kapısını çalar ve gezegen LV-426 ile iletişimin kesildiğini söyler. Yanında, bulmak ve yok etmek için eğitilmiş piyadelerle tekrar LV-426 gezegenine dönmesini ister. Çünkü bu yabancı yaşam formuna karşı Ripley’nin bildiklerinden başka ellerinde hiçbir veri yoktur. Ömrünü kargo işçisi olarak tamamlamak istemeyen Ripley, iliklerine kadar korksa da uçuş lisansını geri alabilmek için bu teklifi gönülsüzce kabul eder. Ancak gezegene vardıkları andan itibaren durumun söylenenden çok daha kötü olduğunu anlar fakat geri dönüşü yoktur. Üstelik geminin doktoru Bishop’unda sakladığı bir şeyler vardır. Aliens korku, bilim kurgu ve aksiyonun güzel bir kombinasyonu olsa da, aksiyonun daha ağır bastığı bir tür olarak karşımıza çıkar.
3. Old Boy (İhtiyar Delikanlı) – 2003 – IMDb: 8.4
Oh Dae-Su Yağmurlu bir gecede kaçırılır ve 5 yıllık bir esarete mahkum edilir. Odada sadece bir televizyon ve ihtiyaçlarını giderecek banyo, yatak gibi eşyalar vardır. Esir alındığındaysa ne kadar süreyle bu yerde esir olarak kalacağı kendisine söylenmez. Ne için kaçırıldığını da bilmeyen Oh Dae-Su’nun yaptığı intihar girişimleri de gizemli kaçırıcısı tarafından engellenir. Bu esaret sırasında Oh Dae-Su’nun yemeğine, akıl sağlığını yitirmemesi için bazı antipsikotik ilaçlar katılır. Tam 15 yıl sonra hipnotize edilerek kaçırıldığı yere yakın bir yerde bir binanın çatı katına bırakılır. Oh Dae-Su kendisine bunu yapanları bulup intikam almak için akıl almaz planlar yapsa da onu kaçıran gizemli kişinin kedi-fare oyunu henüz bitmemiştir. Oh Dae-Su bir zamanlar yaptığı suçun bedelini ne kadar ağır ödeyeceğinden hsabersizdir. Kendisi intikam almaya çalışırken ondan intikam almaya çalışan bu kişinin, Oh Dae-Su’nun hayatını nasıl geri dönüşü olmayan bir yola sokacağı hayal gücünün sınırlarını zorlayan planlarla tek tek hesaplanmıştır. Chan-Wook Park’ın yönetmenliğiyle ve Min-sik Choi’nin muhteşem oyunculuğuyla hayat bulan bu aksiyon dolu, intikam temalı film çok ses getirmiş ve unutulmaz filmler arasında yerini almayı başarmıştır.
2. Terminator 2: Judgment Day (Mahşer Günü) – 1991 – IMDb: 8.5
Sene 1991, ilk Terminatör’ün ziyaretinden ve Sarah Connor’ın fabrikayı T-800 ile birlikte havaya uçurmasının üzerinden on yıl geçmiştir. Sarah Connor yakalanmış, oğlu genç John Connor, bir ailenin yanına evlatlık verilmiştir. Ancak makinelerin bu kez başka bir planı vardır. Direnişin liderini doğuracak kadını öldüremeyen makineler, hedeflerine bu kez genç John Connor’u alırlar. Gelecekten gönderilen Terminatör, John Connor’un peşine düşerken direniş de onu koruması için, tanıdık bir yüzü 1991’e gönderir. Makinelerin zaferi ya da çöküşü tam anlamıyla bu tanıdık yüze bağlıdır. Bilim kurgu ve aksiyon unsurlarını muhteşem bir şekilde harmanlayan Terminatör 2, öncülünden çok daha beğenilmiş ve bir aksiyon, bilim kurgu klasiğine dönüşmüştür. Bir dönem herkes ortalıkta birbirine “Hasta la vista bebeğim” diyerek dolaşmaya başlamıştır. Sonradan birçok devam filmi gelmiş hatta son filmi Terminatör Gynesis ile evren sıfırlanmış ancak serinin hiçbir filmi, Terminatör 2 kadar başarılı olamadı. Arnold Schwarzenegger’in klasik performansının yanı sıra Linda Hamilton’ın muhteşem oyunculuğu, o dönemin yetenekli çocuk oyuncusu Edward Furlong’un göz dolduran performansıyla birleşince, Terminatör zamansız bir klasik olmayı başarmıştır.
1. Raiders Of The Lost Ark (Kutsal Hazine Avcıları) – 1981 – IMDb: 8,5
Amerikan Hükümeti, maceraperest Arkeolog Dr. Henry Walton Indiana Jones’u Kutsal Hazine Sandığı’nı bulması için görevlendirir. Ancak Hitler’in ajanları da sandığın peşine düşer. Çünkü sandığın ünlü 10 Emir’i barındırdığına ve kutsal güçlere sahip olduğuna inanılır. Indiana Jones, eski sevgilisi Marion’la birlikte Nepal’den Kahire’ye kadar aksiyon dolu bir maceranın tehlikeli kollarına atılırlar. Serinin sonraki filmleri de sevenleri tarafından beğenilse de Kutsal Hazine Avcıları, macera ve aksiyon türüne kattıkları, Indy’nin keşifleri sırasında seyirciye hissettirdikleriyle tüm diğer ardıllarından ayrılıyor. George Lucas’ın 1930’ların maceraperest kahramanlarından esinlenerek yarattığı Indiana Jones karakterinin ilk filmi olan Kutsal Hazine Avcıları, Steven Spielberg’in eşsiz yönetmenliğiyle birleşince seyrine doyulmaz bir film ortaya çıkıyor ve izlenmesi gereken en iyi filmler arasında yerini almayı da başarıyor.
Komedi Filmleri
5. Groundhog Day (Bugün Aslında Dündü) – 1993 – IMDb: 8,0
Kibirli, ukala, dik kafalı muhabir Phil Connors, köstebek günü kutlamasının haberini yapmak üzere Pensilvanya’nın kırsal bir kasabasına gider. Haber yapılır, kasaba ve köstebek tanıtılır. Muhabir Phil Connors, yine günü kurtarır. Ertesi gün yola çıkmak için uyandığında radyoda dün sabahki şarkının aynısının çaldığını fark eder. Phil Connors, aynı gün içerisinde kısılıp kalmıştır ve ne yaparsa yapsın bu kısır döngüden çıkamamaktadır. İlk önce bu durumdan kurtulmanın yollarını arar. Ancak daha sonra bu durumu kendi lehine çevirerek avantajlarından faydalanmaya karar verir. Komedi unsurlarının üzerine biraz fantezi tozu serpiştirildiğinde nasıl eşsiz bir güzellik ortaya çıkabileceğinin en güzel örneklerinden biri olan Bugün Aslında Dündü, tek bir güne kısılıp kalmış bir adamın perspektifinden, yaşamımızı aslında ne kadar boşa geçirdiğimizi ve anın kıymetini bilip bilmediğimizi sorgulatıyor. Başarılı komedi oyuncusu Bill Murray’e Ab-ı Hayat çeşmesinden içmiş, yaşlanmak nedir bilmeyen Andie MacDowell eşlik ediyor bu filmde ve ikili izleyenlere kahkaha dolu saatler vadediyor.
4. The Truman Show (Truman Şov) – 1998 – IMDb: 8,1
Truman çok güzel bir adada yaşayan, mutlu bir evliliği olan, komşuları ve arkadaşları tarafından sevilen, iyi bir ev ve iş sahibi olan, kısaca Amerikan rüyasını yaşayan birisidir. Truman’ın bilmediği şey ise tüm bunların bir televizyon şovu, kendisinin de bu şovun baş yıldızı olduğudur. Truman’ın hayatı anne karnından itibaren tüm dünya tarafından izlenmeye başlanmış, onu dünyanın en çok izlenilen televizyon şovu haline getirmiştir. Hayatının koca bir film platosundan ibaret olduğundan bihaber Truman, giderek yaşadığı Amerikan rüyasındaki bazı gariplikleri ve tutarsızlıkları fark etmeye başlar. Bu gariplikleri incelemeye başlayan Truman, o platonun tanrısı, yapımcı Christof’un senaryo bazında müdahalelerine maruz kalarak sürekli engellenir. Yaşadığı şeyin ki artık o her ne ise, gerçek olmadığından artık emin olan Truman, cevapları ve gerçeği aramak üzere en büyük korkusu olan denizle yüzleşmek zorundadır. Yaşam, ideal birey, televizyonun hayatımız üzerinde varmış olduğu nokta, tanrı ve tanrının varlığı gibi kavramlar üzerine okuyabilen gözler için pek çok anektod barındıran Truman Şov, muhteşem bir komedi filmi olmasının yanı sıra ekran karardığında izleyiciyi pek çok soru işaretiyle baş başa bırakıyor.
3. The Grand Budapest Hotel (Büyük Budapeşte Oteli) – 2014 – IMDb: 8,1
20. yüzyıldaki iki savaş arasında geçen filmde,Zubrowka isimli şehirde bulunan Büyük Budapeşte Oteli, ihtişamlı dönemlerindedir. Gustave, otel işletmesinde son derece profesyonel ve müşterilerine karşı her daim nazik davranmış bir konsiyerj görevlisidir. Bir gün otele bellboy görevlisi olarak gelen Zero Mustafa adındaki gençle tanışır. Zaman geçtikçe aralarında bir dostluk başlar. İkili birbirlerinin en büyük sırdaşı olurlar. Bu sırada da savaş, şehri etkisi altına almaya başlar. Bir gün Gustave’in yaşlı sevgilisi Madame D’nin esrarengiz bir şekilde öldüğü haberi gelir. Bunun üzerine Zero Mustafa ve Gustave, Madame D’nin cenazesine gitmek için yola çıkarlar. Madame D’nin malikanesine vardıklarında kendilerini büyük bir miras paylaşımı için toplanan ailenin ortasında bulurlar. Madame D, Gustave’e miras olarak bir rönesans tablosu bırakmıştır ve bunun açıklanmasıyla olaylar içinden çıkılamaz bir hal alır. Gustave ve Zero bu karmaşadan kurtulabilmek için maceradan maceraya koşacaklardır. Wes Anderson gibi büyük bir üstadın yönetmenliğindeki bu filmde, Ralph Fiennes, Bill Murray, Tilda Swinton, Edward Norton, Adrien Brody, Jude Law, Owen Wilson, Willem Dafoe ve birbirinden ünlü daha pek çok sima yer alır. Wes Anderson, Hugo Guinnes ile birlikte yazdığı senaryoda, Yazar Stefan Zweig’in çalışmalarından yararlanmıştır. Müzikleriyle de insanın içini ısıtan film, 87. Oscar Ödülleri’nde, En İyi Film Müziği dalında ödüle layık görüldü.
2. Monty Python and the Holy Grail (Kutsal Kadeh) – 1975 – IMDb: 8,3
Ortaçağ İngilteresi’nde Kral Arthur ve şövalyeleri, Tanrının verdiği bir emir ile İsa’nın kaybettiği kutsal kaseyi bulmaya çalışırlar ve kendilerini birbirinden komik maceralar yaşarken bulurlar. İngiliz komedi grubu Monty Python’un Kral Arthur parodisi olarak ortaya koyduğu bu absürd komedi, Kral Arthur efsanesinin erdem, iman, cesaret ve kahramanlık öyküsünü ters yüz eder bir anlatımla izleyiciye sunuyor. Kral Arthur olduğunu iddia eden adamın atı bile yoktur. İngiliz Komedi tarzının bir göstergesi olan filmde tüm Monty Python ekibi yer alır. İçerisinde animasyon ve farklı çekim tekniklerinin de yer aldığı film, absürd komedinin beyaz perdeye yansıyan sayılı örneklerindendir. ”İspanyol Engizisyonu”nu kimsenin beklemediği gibi bu filmdeki bazı esprileri ve kahkahaları da kimse beklemiyor.
1. Modern Times (Modern Zamanlar) – 1936 – IMDb: 8,5
Şarlo, çalıştığı iş yerinde hep aynı işleri yapmaktan dolayı monotonluğun verdiği tekdüzelik yüzünden büyük bir buhrana girer. Patronu bu buhrandan kurtulması için Şarlo’yu akıl hastanesine yatırır. Bir süre akıl hastanesinde yattıktan sonra hastaneden çıkan Şarlo, kendi halinde yolda yürürken bir grup insanın ellerinde, özgürlüğü simgeleyen bayraklar ve pankartlarla bağırarak grev yaptığını görür. Şarlo’nun elinde tesadüf eseri komünizmi temsil eden kırmızı bir bayrak olması polisler tarafından komünist provakatör olduğu kanaatine varılıp hapse gönderilmesine neden olur. Düşüncelerini özgürce dile getiren bu insanlara güvenlik güçleri tarafından baskı uygulanır. Emeğinin karşılığını almaya çalışan insanlara müdahale edilerek söz hakları ellerinden alınır ve onlar da Şarlo gibi hapse yollanırlar. O dönemde yaşanan teknolojik gelişmeler ve kapitalist düzenin hakimiyeti yüzünden insan gücüne olan ihtiyacın azalması insan emeğinin değerinin hiçe sayılmasına neden olur ve işçiler işten çıkarılmaya başlanır. İşçi gücü yerini makine gücüne bırakır. Bu yüzden işsizlik artar ve bu dönemde artık insanların kurduğu tek hayal; bir işlerinin olması ve bu işten atılmamalarıdır. Bu duruma sürüklenen insanlar, kendi kişiliklerine uygun olmayan ve hiç yapmayacakları davranışları yapmak zorunda bırakılırlar. Şarlo da tüm yaşananlara rağmen bu mücadelenin içinde yer alır. Fordist üretimi, işçi hakları ve emeğin sömürüsüne dair Chaplin’in muhteşem dehasının dokunuşuyla değinen Modern Zamanlar, bir komedi klasiği olmakla birlikte türünün en başarılı örneklerinden bir siyasi hiciv aynı zamanda.
Korku Filmleri
5. The Birds (Kuşlar) – 1963 – IMDb: 7,7
Şımarık ve zengin kadın Melanie Daniels, dominant ve güçlü bir erkek olan Mitch Brenner ile San Francisco’da kuş satan bir dükkanda tanışırlar. Melanie, kız kardeşinin doğum günü için hediye olarak aldığı kuşu beklerken, uçarı ve deli dolu bir kadın olduğundan Mitch’e oyun oynar ve ona kuş satılan bu dükkanda çalıştığını söyler. Ancak zeki bir avukat olan Mitch kadının bu oyununa gelmez. Fakat anladığını da belli etmez. Aralarında bir etkileşim olmaya başlar. Melanie aldığı kuşları, Mitch’in yazlık evine götürmeye karar verir. Bu sırada da kasabada, sebepsiz yere kuş saldırıları yaşanmaya başlar. İnsanlar korku içindedir ve evlerinden çıkamaz hale gelirler. İlk kuş saldırısına ise Melanie ile başlayacaktır. Muhteşem zekasıyla, en iyi korku filmlerine imza atmış usta Yönetmen Alfred Hitchcock, 1963 yapımı olan bu filmiyle, “En İyi Görsel Efekt” dalında Oscar’a aday gösterilmiştir. Ayrıca film için özel olarak eğitilmiş gerçek kuşların da kullanılması, aslında korkunun gerçekliğini gözler önüne serer. Kült korku filmi olarak gösterilen “The Birds” gelmiş geçmiş en iyi korku filmleri arasında yerini her zaman koruyacak bir başyapıt.
4. Halloween (Yabancı) – 1978 – IMDb: 7,8
1963 yılı Cadılar Bayramı gecesi, 6 yaşındaki Michael Myers sebepsiz yere bir cinayet işler ve ablası Judith Myers’ı büyük bir mutfak bıçağıyla öldürür. Kendinden geçmiş bir halde bulunan Michael, bu cinayetin ardından apar topar hastaneye kaldırılır. Çocuk psikiyatristi olan Dr Sam Loomis tarafından 8 yıl boyunca gözetim altında tutulur. 1978 yılında artık bir yetişkin olarak mahkemede yargılanacak olan Michael Myers, duruşmaya gidildiği sırada, Dr Sam Loomis’in elinden kaçarak kurtulur. Dr Loomis peşine düşer fakat Michael’ı yakalayamaz. Michael Myers, 15 yıl sonra kötü geçmişini yeniden yaşamak için kasabaya geri döner. Korku filmi ustası, John Carpenter yönetmenliğinde çekilen film, oldukça düşük bir bütçeyle çekilmiş olduğundan ünlü oyunculara pek yer verilememiştir. Öyle ki filmde yer alan oyunculara bile oldukça cüzi miktarlar ödenmiştir. Oynaması için teklif götürülen birçok oyuncu, sırf bu yüzden teklifi geri çevirmiştir. Bu kadar az bir bütçeyle çekilmiş olmasına rağmen milyon dolarlık bir hasılat yapan bu muhteşem film, korkuyu ve gerilimi iliklere kadar hissettiren kült korku filmleri arasında yerini almayı başarıyor.
3. The Exorcist (Şeytan) – 1973 – IMDb: 8,0
Ünlü bir aktris olan Chris MacNeil, 12 Yaşındaki kızı Regan ile yaşayan bekar bir kadındır. Regan için düzenlenen doğum günü partisinde, küçük kızın halıya işemesiyle başlayan garip davranışlarına annesiyle birlikte gittiği onlarca doktor teşhis koyamaz. Bu sebeple de tedavi edemez. Regan’ın garip davranışlarına, fiziksel görüntüsündeki değişimler ve fizik kurallarına aykırı vücut hareketleri de eklenince Chris MacNeil, son çareyi kiliseden yardım almakta bulur. Tanrı tanımaz olan Chris’in yardımına, yine ne tesadüftür ki inancını sorgulamakta olan Peder Damien Karras yetişir. Henüz çok genç yaşta olmasına rağmen üstün bir oyunculuk sergileyen Linda Blair, neredeyse filmi tek başına sırtlıyor. The Exorcist’in tema müziği de en az kendisi kadar kült olan bu yapımın, devam filmleri olsa da hiçbiri bu ilk filmin kalitesine ve özgünlüğüne erişemedi.
2. The Thing (Şey) – 1982 – IMDb: 8,2
Norveçli bilim adamları, kuzey kutbunun soğuk ve puslu topraklarında bir kurdun peşine düşerler. Onu bulmak için Amerika Antarktik araştırma merkezine kadar gelirler. Ancak geldikleri bu yerde garip bir şekilde can verirler. Amerikan bilim adamları, neler olup bittiğini anlamak için Norveç araştırma üssüne giderler. Burada karşılaştıkları şeyler çok esrarengiz, garip ve tüyler ürperticidir. Cesetle karşılaşırlar ve otopsi için cesedi yanlarına alırlar. Ancak bu “Şey”in garipliğinin boyutları, bilim adamlarını dehşete düşürecektir. Usta korku yönetmeni John Carpenter’ın kısa öyküsünden uyarlanan bilim kurgu, gerilim ve korku öğelerinin bir arada harmanlanarak verildiği bu dehşet uyandırıcı film, karizmatik Kurt Russel’ın da oyunculuğu ile mutlaka izlenmesi gereken filmler arasındaki bir şaheser haline geliyor. İnsanları paranoyak edercesine rahatsız edici bir gerilim yaratan bu filmin oyunu da yapılmıştır. Filmi kadar ses getiren ve film ile aynı ismi taşıyan bu oyun, The Thing filminin bittiği yerden başlıyor. Bu sayede filmin gerilimi ve heyecanını oyunun içinde birebir yaşamak ve o gerilimi devam ettirmek mümkün hale geliyor.
1. The Shining (Cinnet) – 1980 – IMDb: 8,4
Yazar olan Jack Torrance, kış sezonunda kapalı olan Overlook Hotel’in kış bekçiliğini üstlenir. Karısı Wendy Torrance ve oğlu Danny ile birlikte otele yerleşirler. Jack’in küçük oğlu Danny, bazı mistik güçleri olmasından dolayı oteldeki geçmişin kayıp ruhlarını görmeye başlar. Sürekli gördüğü bu ruhlar konusunda ailesini inandırmaya çalışır. Kar fırtınasının olduğu bir gün, oteli sarmalayan gizemli ve kötücül güç, kendisine hedef olarak bu kez Jack Torrence’i seçecektir. Yoksa gizemli güç Jack Torrence’in ta kendisi midir? Stephen King’in kusursuz kaleminin Stanley Kubrick’in eşsiz bakışıyla birleştiği bu filmde, sonraki pek çok filmde başvurulan ve bir nevi saygı duruşunda bulunulan pek çok sahne ve diyalog mevcut. En iyi filmler listesinde, her daim kendine yer bulmayı başarabilen bu korku klasiğinin Stephen King’in yönetmenliğinde bir versiyonu daha çekilmiştir. Stephen King versiyonunu Tim Roth’un bile kurtaramadığını ve eleştirmenler tarafından, resmen acımasızca yerin dibine sokulduğunu belirtmekte fayda var. Takıntılı yönetmen Kubrick, bu filmin dublaj örneklerini tüm dünyadan istemiş ve dublajını beğenmediği ülkelerde seslendirmeli olarak yayınlanmasına izin vermemiştir. Bu sebeple yakın zamana kadar filmin dublajlı versiyonu ülkemizde bulunmuyordu.
Bilim Kurgu Filmleri
5. Blade Runner (Bıçak Sırtı) – 1982 – IMDb: 8,2
Tyrell denilen şirket, “insandan daha insan” mottosuyla hareket ederek, Replikant adı verilen insan benzeri robotlar üretmektedir. Ancak bu robotlardan bazıları hatalı üretilmiş ve kimliklerini gizleyerek birer insanmış gibi gündelik hayata karışıp insanların arasında yaşamaya başlamışlardır. Şirket bu hatanın giderilmesi, daha doğrusu yok edilmesi için, Uzman Blade Runner olan Rick Deckard’i görevlendirir. Görevi bu replikantları başkalarına zarar vermeden kaldırmak olan Deckard, bu varlıklarla girdiği mücadeleyi sürdürürken, bir yandan da kendi benliğini sorgulamaya başlar. Bu replikantları, ondan daha az insan yapan şey nedir? Bu varlıklar korkuyor, seviyor, sevişiyor, düşünüyor, saklanıyor; özetle herhangi bir insanın hayatta kalmak için yapacağı her şeyi yapıyorlar. Deckard, yaptığı şeyin arızalanan bir makineyi ortadan kaldırmak mı yoksa cinayet mi olduğunu sorgulamaya başlar. Ridley Scott’un bilim kurgu filmografisine eklediği bir başka şaheser olan Blade Runner (Bıçak Sırtı), bilinç ve varlığı sorgularken, İsaac Asimov’a da saygı duruşunda bulunuyor. Blade Runner, yanlızca bilim kurgu türüne ilgi duyanların değil, tüm sinemaseverlerin izlemesi gereken bir mihenk taşı. Hele ki 35 yıl sonra, Blade Runner 2049 gösterime girmişken eğer hala izlemeyen varsa muhakkak izlemelidir.
4. 2001: A Space Odyssey (2001: Uzay Yolu Macerası) – 1968 – IMDb: 8,3
Bir Grup Primat kimsenin olmadığı bir yerde, yemek için kavga ederler. O esnada yanlarında siyah bir taşın belirmesi dikkatlerini çeker. Bir anda kavgalarını bitirip, bu esrarengiz siyah taşın ne olduğu anlamaya çalışırlar. Bu esrarengiz taş primatların ilk defa alet kullanarak bir şeyler yapmasını sağlayacak bir güce sahiptir. Böylelikle aklın kullanımı ile evrimin ilk adımı da atılmış olur. 4 milyon yıl sonra 2001’de bir uzay gemisi Ay’dan gelen sinyalleri fark eder ve oraya gittiğinde yine bu siyah taşla karşılaşır. Hem de bu sinyaller ayın yüzeyinden Jüpiter’e gitmektedir. 18 Ay geçtikten sonra astronotlar David Bowman ve Frank Poole, Jupiter’e doğru yola çıkarlar. Bu uzay gemisinde çok zeki ve kusursuz tasarlanmış, HAL 9000 adında yapay zekaya sahip, dünyanın en gelişmiş yapay zekaya sahip bilgisayarı HAL 9000’in bazı planları vardır. Stanley Kubrick’in yine akıllarda bir sürü soru işareti bırakarak açıklığa kavuşturmadığı film, ucu açık çok fazla alt metin içerir. Stanley Kubrick’in takıntılı karakteri, Filmde Ay’ın tasvir edildiği sahnelerin çekimlerinin 1 yıl sürmesine neden olur. Filmde dini göndermeler ve gelecek ile ilgili çok gerçekçi tespitler yapan Kubrick yine bir başyapıta imza atmıştır.
3. Interstellar (Yıldızlararası) – 2014 – IMDb: 8,6
Cooper, önceleri NASA’nın uzay programına katılmış eski bir pilottur. Ekolojik felaket yüzünden, bu işleri bırakıp çiftçiliğe dönmüş ve mısır ekimiyle ilgilenmeye başlamıştır. NASA, Profesör Brand’ın başkanlığında, eskiden Cooper’ın da ekibe dahil olduğu projeyi devam ettirmek ister. Brand’ın amacı galaksiler arası seyahatin mümkün olduğu, uzaylılar tarafından oluşturulmuş bir “solucak deliği” vesilesiyle insanlığa evrende yeni bir ev bulmaktır. Brand, Cooper’a çok yakın zamanda dünyanın sonunun geleceğini, çözümün ise yeryüzünde değil gökyüzünde olduğunu söyler ve bu proje için Cooper’ı ikna etmeye çalışır. Cooper ailesini bu korkunç sondan korumak için teklifi kabul eder ve kendisini de büyük tehlikeye atarak bu yolculuğa çıkar. Brand’in kızı Amelia ile birlikte bu yolculuğa çıkan Cooper, pek çok macera yaşayacak ve karşısına çıkan zorluklarla mücadele edecektir. Bu mücadelenin sonunda, acaba Cooper ailesini kurtarabilecek ve insanlığa yeni bir ev bulabilecek midir? İnsanlığın ekolojik bir felaket ve gıda krizinin içerisinde kıvrandığının, artık yeryüzünün yaşanılır bir tarafının kalmadığının betimlemesi yapılan Interstellar, gerek çekim teknikleri gerekse kurgusu ile adından çokça bahsettirmiş ve bahsettirmeye de devam edecek bir bilim kurgu harikasıdır.
2. Star Wars (Yıldız Savaşları) – 1977 – IMDb: 8,7
Prenses Leia’ya ait 2 Droid, birinin içinde çok önemli bilgiler olduğu halde, bir mekik ile prensesin saldırılan gemisinden kaçarlar. İki kaçak Droid, tamamen tesadüf eseri bir çöl gezegeni olan, Tattuine’e düşerler. Hurdacı Jawa ırkı tarafından bulunan Droidler, köle olarak satışa çıkarılırlar ve genç Luke Skywalker ile amcası Owen tarafından satın alınırlar. Luke bu Droidleri temizleyip bakımlarını yaparken, küçük R2-D2’nun hologram sistemini aktive eder ve prensesin yardım çağrısını duyar. Bu yardım çağrısında Prenses Lea, Obi Van diye birinden bahsetmektedir. Bu kişinin, Tattuine’de yaşayan münzevi yaşlı Ben olup olmadığını merak eden Luke, sorusunun cevabını almak üzere, Ben’in yanına gider. Ben ona geçmişiyle ilgili hikayeyi anlatırken, galaksi imparatorluğunu, demir yumruğu ve gücün sınırsız kuvvetiyle yöneten Darth Vader, tükenmek bilmez bir hırsla Droidleri aramaktadır. Luke bir süre sonra hayatının macerasını yaşayacağından haberdar değildir. Her ne kadar belli bir kesim tarafından, bilim kurgu değil fantastik bir yapım olarak görülse de Star Wars, George Lucas’ın döneminin çok üzerinde çekim teknikleri ve efektleriyle, bilim kurgu seven sevmeyen herkes tarafından benimsenmiş, asla eskimeyen ve yaşlanmayan kült bir klasik olarak kalmayı başarmıştır. Tabii George Lucas’ın Lucasfilm’i Disney’e satmasını ve Disneyland’de insanları eğlendirmek için dans eden bir Darth Vader olduğunu, nasıl görmezden gelebiliriz bilmiyoruz.
1. The Matrix – 1999 – IMDb: 8,7
Thomas Anderson gündüzleri büyük bir yazılım şirketinde çalışan, kübik ofise hapsolmuş klasik bir beyaz yakalıdır. Geceleri ise yazılımları ve siteleri hackleyen, edindiği verileri para karşılığı satan bir siber suçludur. Neo, rüya ile gerçeklik arasında kaldığı anlarda yaşadığı dünyanın gerçekliğini sorgulamaya başlar. Bu şüphe ve sorular onu Morpheus adlı bir teröriste yönlendirir. Bir gece bilgisayarı hacklenen Neo’ya “Beyaz tavşan”ı Takip etmesi söylenir. Neo “Tavşan”ın peşine düştüğünde, tünelin sonundaki ışığın bambaşka bir dünyaya açıldığını görecektir. Wacowski kardeşlerin hem en büyük başarısı, hem de laneti olan The Matrix, 1999 yılında gösterime girdiğinde sinemadaki aksiyon ve bilim kurgunun temellerini derinden sarstı. Film o kadar başarılıydı ki aynı dönemde gösterime giren diğer pek çok başarılı film The Matrix’in yarattığı sansasyon sebebiyle güme gitti. Filmde kullanılan çekim teknikleri, görsel efektler, aksiyon sahnelerinin özgünlüğü o denli başarılıydı ki The Matrix’ten sonra çekilen onlarca film konusuna bakılmaksızın bu filmin görselliğiyle kıyaslandı. Yalnızca görsel olarak değil, felsefi açıdan da göndermeler ve sorgulamalarla dolu olan The Matrix, milenyum sonrası Hollywood sinemasını derinden etkiledi. Pek çok proje bu film nedeniyle rafa kaldırıldı. Sonrasında Matrix Reloaded ve Revolutions gelse de bu iki devam filmi de serinin ilk filminin başarısına ulaşamadı. Wachowski Kardeşler de The Matrix’ten sonra bu denli kaliteli ve sükseli bir film üretemedi ne yazık ki.
Animasyon Filmleri
5. How To Train Your Dragon (Ejderhanı Nasıl Eğitirsin) – 2010 – IMDb: 8,1
Her köyün başına bela olan bazı yaratıklar vardır. Bazı köyleri bit pire sarar, bazısını çekirge, bazısını ise kene. Kuzeydeki Berk Adası’nın baş belası ise bunlardan biraz daha farklı, biraz daha büyüktür. Berk Adası’nın belası ejderhalardır! Kabilenin şefi Zebellah’ın, çelimsiz, asosyal, sakar ama bir o kadar da zeki oğlu Hıçkıdık, babası gibi güçlü ve cesur bir savaşçı olamadığı için tüm kasaba halkı tarafından dışlanıp hor görülmektedir. Ejderhaların köye düzenlediği saldırılardan birinde Hıçkıdık, kendini kanıtlamak için bir fırsat görür ve kendi icadı ile gecenin karanlığında bir ejderhayı yakalamayı başarır. Ertesi sabah, yakaladığı Gece Öfkesi adlı ejderhayı öldürüp kendini kabileye kanıtlamayı planlayan Hıçkıdık’ın yüreği bu eşsiz canlıyı öldürmeye el vermez ve onu serbest bırakır. Bu hamlesiyle birlikte, ejderhayla aralarında kurulan dostluk sayesinde kabile şefinin oğlu, bu zamana kadar ejderhalar hakkında bildikleri her şeyin yanlış olduğunu öğrenecektir. Pixar’ın ezeli rakibi, ebedi dostu Dreamworks Stüdyoları’nın ürünü olan “Ejderhanı Nasıl Eğitirsin”, çok yeni bir konu işlemese de (bir çocuğun başka bir canlıyla kurduğu dostluk) hikayeyi işleyiş biçimi ve karakter dönüşümleri açısından son derece başarılı bir iş çıkarıyor. Üstelik sadece genç Hıçkıdık’ın değil, öfkeli ejderha Dişsiz’in de Hıçkıdık’la arasındaki bağ sayesinde giderek değiştiğine ve farklı bir yapıya büründüğüne sahip oluyoruz. Esprili diyalogları ve etkileyici aksiyon sahneleriyle “Ejderhanı Nasıl Eğitirsin” tüm zamanların en iyi animasyonlarından biri.
4. Inside Out (Ters Yüz) – 2015 – IMDb: 8,2
Riley, gayet sosyal, arkadaşları tarafından sevilen, dışa dönük, sevgi dolu ailesi olan genç bir kızdır. Tüm sahip olduklarını, babasının San Fransisco’da bulduğu yeni işe başlaması için şehir değiştirmeleri sebebiyle bir anda kaybeden Riley’nin hayatı, bu çöküşe bir de ergenlik sancıları eklenince tamamen alt üst olur. Her insan gibi Riley de duyguları tarafından kontrol edilmektedir. Neşe, korku, öfke, tiksinti ve hüzün, Riley’i, beynindeki karargahtan yönetmekte ve duruma göre tepkisini belirlemektedirler. Riley’in kişiliğinin belirleyici duygusu neşe, her ne kadar bu kaos durumunu elinden geldiğince kontrol etmeye çalışsa da diğer duygular, genç kızın başına bir kara bulut gibi bir anda çöken onlarca durumla nasıl başa çıkması gerektiğiyle ilgili fikir ayrılıkları yaşamaktadırlar. Riley, yeni okul, yeni şehir, yeni arkadaşlar gibi sorunlarla başa çıkmaya çalışırken zihnindeki anılar da bu mücadelenin etkisiyle bir bir yıkılmaya başlar. Ama Neşe’nin bunun gerçekleşmesine izin vermeye niyeti yoktur. IMDb En İyi 250 Film listesinde 137. sırada yer alan Ters Yüz, gösterime girdiği 2015 yılında büyük ses getirmeyi başardı. Duyguların, hatta hissetmekten hiç hoşlanmadığımız hüznün bile bizi biz yapan olgulardan biri olduğunu, hem çocuksu hem de bir o kadar ciddi bir dille anlatan yapım 2016 Akademi Ödülleri’nde “En İyi Animasyon” dalında Oscar’a layık görülürken “En İyi Özgün Senaryo” dalında da aday olma başarısını gösterdi.
3. Toy Story (Oyuncak Hikayesi) – 1995 – IMDb: 8,3
Andy, uçsuz bucaksız hayal gücüyle oyuncaklarından yarattığı evrende mutlu mesut yaşamaktadır. Fakat oyuncakların bir sırrı vardır. Andy’nin tüm oyuncakları o odadan çıkar çıkmaz canlanıp kendi kendilerine hareket etmektedirler. Oyuncak topluluğunun lideri kovboy Woody için işler her zamankinden iyidir. Ancak Woody’nin liderliği ve kusursuz hayatı çok yakında değişecektir. Andy’nin doğum gününde aralarına katılacak yepyeni oyuncak Buzz Lightyear gelir gelmez küçük çocuğun en sevdiği oyuncak olacak, Woody’nin pabucu dama atılacaktır. Bu durumu kabullenemeyen ve Buzz’ı içten içe kıskanan Woody, konumunu tehdit eden bu yeni oyuncaktan kurtulmak için planlar yapmaya başlar. Ancak tüm bu işte bir gariplik vardır. Buzz Lightyear bir oyuncak olduğunun farkında değildir. Ünlü animasyon şirketi Pixar’ı, küçük bir şirketten alıp dünya çapında tanınan bir animasyon fabrikasına dönüştüren Oyuncak Hikayesi, hem orijinal hem de yerli seslendirme kadrosundaki isimlerle de dikkat çekiyor. Orijinalinde Tom Hanks ve Tim Allen tarafından seslendirilen yapım ülkemizde, Mehmet Ali Erbil ve Haluk Bilginer’in sesleriyle hayat buluyor. Animasyon ekolünü başlatan ve hatta yarattığı furya ile Akademi Ödülleri’nde “animasyon” kategorisinin eklenmesini sağlayan Oyuncak Hikayesi’nin yalnızca ilk filmine değinsek de serinin diğer filmlerini, özellikle son filmini de izlemenizi kesinlikle tavsiye ediyoruz. Bir bütünün ilk parçası olan Oyuncak Hikayesi, 7’den 70’e herkesin izlemesi gereken bir animasyon efsanesi…
2. Wall-E (VOL-İ) – 2008 – IMDb: 8,4
Uzak bir gelecekte insanoğlu, sonunda tüketimin varabileceği son noktaya erişmiş, dünyayı mahvedip tamamen çöp yığınlarından oluşan bir gezegen haline getirdikten sonra dünyayı terk etmiştir. Bir atık toplama ve biriktirme ünitesi olan, türünün son örneği Vol-i her gün bıkmadan usanmadan çöpleri toplamakta, küçük kare gövdesine tıktığı yığınlardan küçük küpler oluşturarak dünyayı daha yaşanabilir hale getirmeye çalışmaktadır. Çünkü onun yegane görevi budur. Ancak yalnız geçirdiği sayısız günün neticesinde Vol-i diğer hiçbir robotik varlıkta olmayan bir şeye sahip olur; bir ruha! Öyle ki, Vol-i yaşadığı konteynerda ilgisini çeken ya da farklı olduğunu düşündüğü şeylerin koleksiyonunu yapmakta, küçük televizyonunda kocaman gözleri hayranlıkla açılarak aşk filmleri seyretmekte ve hatta paletleri izin verdiği kadar dans etmektedir. Vol-i programlandığı şeyi yapmak için konteynerından çıktığı günlerden birinde aşina olduğu bu dünyada hiç de aşina olmadığı bir şey görür. Vol-i’ye daha ilk gördüğü andan itibaren kendini hayran bırakan EVE, son insanların yaşadığı ütopik uzak gemisinden dünyaya yaşam formu bulması, dünyanın yaşanabilir bir yer olup olmadığını öğrenmesi için gönderilmiştir. Vol-i, ruhunda aşkın bir yangın gibi büyüdüğünü hisseder. Artık yalnız değildir. Vol-i, izlerken yer yer kahkahalarınızdan yer yer üzüntüden gözyaşlarınızı kontrol edemeyeceğiniz kadar duygu dolu bir film. Vol-i kusursuz bir animasyon olmasının yanı sıra bakış açısına göre post-apokaliptik bir bilim kurgu ya da aşk filmi olarak da kategorize edilebilir. Türünün kesinlikle en iyi örneklerinden biri.
1. Grave Of The Fireflies (Ateş Böceklerinin Mezarı) – 1988 – IMDb: 8,5
1945 yılında 2. Dünya Savaşı zamanında, Seita ve Setsuka, Amerikan uçaklarının şehri bombalaması yüzünden annelerini savaşta kaybederler. Donanma mensubu olan babalarının da savaşta olmasından dolayı kimsesiz kalan çocuklar akrabalarının yanına gönderilirler. Çocuklar burada hiç de iyi muamele görmezler. Teyzeleri her geçen gün daha da az yemek vermeye başlar. Sonunda Seita ve Setsuka bu yerde bir türlü barınamazlar ve evden kaçarlar. Her yerde savaş ve yıkım vardır. 2. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkileri gittikleri her sokakta kendini gösterir. Seita ve Setsuka bu vahşet dolu sokaklarda yaşam mücadelesi vermeye çalışırlar. Her taraf aç ve savaşın izlerini taşıyan insanlarla doludur. İzleyici kendini filmin hakim olduğu atmosfer ve kurgu tekniklerinin muhteşemliği eşliğinde tamamen gerçekçi bir hikayenin içinde bulur. Film, Akiyuki Nosaka’nın otobiyografik romanından uyarlanmış ve yönetmen İsao Takahata, dram tarzındaki bu anime filminde konuyu işleyiş biçimiyle, 2. Dünya Savaşı’nın verdiği yıkımı ve acıyı izleyicinin içinde yaşamasını sağlıyor. Göz yaşları içerisinde izlenecek derecede başarılı ve hassas olan bu film, savaş karşıtı bir film olarak eleştirmenlerden de tam not almıştır. Akıllara kazınan bu harika anime, unutulmaz filmler arasında da yerini her zaman koruyacaktır.
Grave Of The Fireflies ın Animasyon dalındaki bu listede önerilmesi beni çok hoşnut etti gerçekten. O filmi izlerken masamda yeni aldığım portakallı şeker kutusu duruyordu ve filmin bitiminde onu ani bir duygu ile dolabımın arkasına fırlatmıştım. Hala orada durur ve ben o şekerleri yemiyeceğim..