Her döneme damgasını vuran olaylar veya kişiler elbet vardır ve hikayelerinin de bir şekilde bilinmesi gerekir. Bu sanatın ya da en azından sinemanın görevi değildir belki ama, bize derdini anlatmak isteyen, farkındalık yaratmak isteyen ve huzursuzluğunu dile getirmek isteyen birçok sanatçı var. Bunu da yarattıkları eserlerle, çektikleri filmlerle yapıyor birçoğu. İç yüzünü bilmediğimiz çok sayıda hikayenin aslını, izlediğimiz filmlerden veya okuduğumuz kitaplardan öğreniyoruz. Ya da sadece kendi penceremizden baktığımız olaylara yeni bakış açılarıyla bakmamızı, sorgulamamızı sağlıyor bu eserler. Biz sanata tutundukça muhakkak devamı da gelir bu güzel şeylerin. Asıl konumuza dönecek olursak, dünyada şimdiye kadar olup biten birçok çarpıcı olaydan ve dönüm noktalarından ötürü politik ve siyasi filmler de sinema tarihinde önemli bir yere sahip. Çünkü ilhamını yaşanmış hikayelerden ve insanoğlunun yaptıklarından alır. İdeolojiniz ne olursa olsun, iyi bir politik film izlerken mutlaka hakkını teslim edersiniz ve kendi içinizde bir şeyleri sorgulamaya başlarsınız. Bu yüzden de birçok farklı perspektiften anlatılmış, tarihe ışık tutan ve size inandığınız şeyleri sorgulatacak tüm zamanların en iyi siyasi filmler listesini hazırladık.
28. Der Baader Meinhof Komplex (Bir Terör Filmi) – 2008 – IMDb: 7,4
Bu etkileyici ve yüksek tempolu film, en tanınmış Alman kökten solcu terörist grubu Red Army Faction (Kızıl Ordu Fraksiyonu)’nu ele alıyor. Andreas Baader, Ulrike Meinhof ve Gudrun Ensslin’in başı çektiği ve 1960’ların sonu ve 70’lerin başında aktif olan bu grup, bombalama, adam kaçırma ve suikast gibi birçok olaya karışıyor. Kendilerini gerilla olarak gören bu grup daha iyi bir toplumda yaşamanın, kan dökülmeden mümkün olamayacağını savunuyor ve kanlı eylemler gerçekleştiriyor. Stefan Aust’un romanından uyarlanan film, gösterime girdiği zamanlarda birçok ödüle aday gösterildi ve aynı zamanda birçok tartışmaya da sebep oldu. Filmde grubun ve yaptıklarının gerçeklerden uzak ve içi boş bir şekilde aktarıldığını düşünenler ve grup üyelerinin sempatik gösterildiğini düşünenler şeklinde iki farklı izleyici görüşü mevcut. Ancak filmin düşmeyen temposu, aşırı gerçekçi sahneleri ve müzikleri izleyiciyi kendine çekiyor. Özellikle Andreas Baader rolündeki Moritz Bleibtreu ve Çöküş filminden de hatırlayacağınız Bruno Ganz, rollerinin hakkını fazlasıyla veriyor. Ayrıca bu grup psikolojide de bir fenomene adını vermiş.
27. Abluka – 2015 – IMDb: 7,4
Türkiye’deki politik şiddeti film noir (kara film) türüyle harmanlayarak ele alan bu filmin yönetmeni ‘Tepenin Ardı’ ile tanıdığımız Emin Alper. Film, cezaevinden yeni çıkmış bir adamın, sonrasında yaşadığı olayları konu alıyor. Bunu yaparken de oldukça kaotik ve karanlık bir üslup kullanıyor. 20 yıldır hapiste olan Kadir, hükümlülüğünün bitmesine 2 yıl kala şartlı tahliyeyle çıkar. Arkadaşı Hamza’nın yardımıyla da kendisine iş bulur. Şartlı tahliye boyunca çöp toplayıcısı olarak çalışacak olan Kadir, aslında polis için muhbirlik yapacak ve çöplerde bomba yapmaya yarayan malzemeler olup olmadığını kontrol edip polise bildirecektir. Ancak hapisten çıktığında İstanbul’daki ortamın da değiştiğini ve kendi oturduğu mahalle de dahil, mahallelerin abluka altına alındığını görür. Uzun zamandır görüşmediği kardeşi Ahmet de belediyede çalışıyordur ancak araları pek iyi değildir. Kadir hem yeni yaşamına alışmaya hem de kardeşiyle olan ilişkisini düzeltmeye çalışır. Gerilimi yüksek olan bu başarılı filmde hayal ve gerçek çok ince bir nokta üzerinde ilerliyor ve zaman zaman seyircinin algısıyla oynuyor. Başrollerinde Mehmet Özgür, Berkay Ateş ve Tülin Özen’in yer aldığı film aynı zamanda Türkiye, Fransa ve Katar ortak yapımı. Hem ülkemizde hem de yurt dışında birçok festivalde gösterilen ve ödül alan film ayrıca önemli film festivallerinden Toronto Film Festivali’nde de gösterildi.
26. In The Loop (Kısırdöngü) – 2009 – IMDb: 7,5
Yönetmenliğini Armando Lanucci’nin yaptığı In the Loop, İngiltere ve Amerika arasında yaşanan küçük bir çatışmayı konu alan bir politik komedi. Amerikan Başkanı ve İngiltere Başbakanı Ortadoğu’da bir savaş başlatma niyetindelerdir. Ancak Amerikalı General Miller ve İngiliz Kalkınma Bakanı Simon Foster ise bu fikre şiddetle karşı çıkarlar. Bakan Foster BBC’de canlı bir radyo programına katılır ve savaşla ilgili inanılmaz bir gaf yaparak tepki alır. Sonra bu hatasını düzeltmek için başka bir açıklama daha yapar ancak bu kez de farklı görüştekilerin eleştirisine uğrar. Simon Foster ve Miller’ın, savaşı engellemek için hem Washington halkının yanında olmaları hem de İngiltere Başbakanı’nın baş danışmanı olan Malcolm Tucker’ın oylamada yaptığı hileleri durdurmaları gerekir. George Miller rolünde James Gandolfini’yi, Simon Foster rolünde ise Tom Hollander’i görüyoruz. Aynı zamanda En İyi Uyarlama Senaryo dalında Oscar’a da aday olan bu politik film devlet ilişkileri hakkında da güzel dokundurmalar yapıyor. Bu tarz filmlerden çok hoşlanmıyorsanız bile keyifle izleyebileceğiniz bir film diyebiliriz.
25. Good Night And Good Luck (İyi Geceler ve İyi Şanslar) – 2005 – IMDb: 7,5
Bu filmin yönetmen koltuğunda George Clooney var. Aynı zamanda da oyunculardan biri tabii. 2.Dünya Savaşı sonrası ABD ve SSCB arasındaki kutuplaşmayı konu alan film, siyah beyaz çekilmesi dolayısıyla hem filmin gerçekçiliğini hem de seyirci üzerindeki etkisini artırıyor. Önceleri müttefik olan bu iki devlet arasındaki çekişme giderek büyür ve ABD kendisine karşı olan herkesi “komünist” ilan eder. Senatörler devamlı komünizmi eleştiren söylemlerde bulunurlar ve durum giderek bir komünist avına döner. Bunun üzerine CBS muhabiri Edward Murrow ve yapımcısı Fred Friendly Senatör McCarthy’e meydan okumaya karar verir ve habercilikte bir çığır açarlar. McCarthy, yalanları ve öfkesiyle bir süre sonra halkın da tepkisini almaya başlar. Haberlerin ve olayların medyanın tekelinde olduğu, izleyiciyi edilgen bir konuma sokan ve tüketim toplumunun oluşturulmaya çalışıldığı bu kaos ortamında Edward Murrow ve ekibi inançlı bir mücadele verirler. Doğru haber yapmak ve gerçek bilgiyi halktan saklamamak için canhıraş uğraşırlar. Medyanın hala aynı durumda olduğunu düşünürsek, Good Night And Good Luck günümüz medyasını izlemek ve tahlil etmek için izlenmesi gereken filmlerden.
24. Iron Jawed Angels (Demir Çeneli Melekler) – 2004 – IMDb: 7,6
Katja Von Garnier’nin yönettiği ‘Demir Çeneli Kadınlar’ oldukça etkileyici bir televizyon filmi. ABD’de 1918 yılında kadınlara seçme hakkı verilmesi için başlayan zorlu mücadeleyi Alice Paul ve arkadaşlarının yaşanmış hikayeleri üzerinden anlatıyor. Alice Paul ve Lucy Burns İngiltere’de eğitim aldıktan sonra ABD’ye gelirler ve kadınların oy hakkı mücadelesine katılırlar. Sonrasında bazı fikir ayrılıkları yaşayıp kendi örgütlerini kurarlar. Dönemin devlet başkanı bu konunun gündemlerinde olmadığını söyler. Seçimlere az zaman kala büyük bir eylem düzenlerler. Ancak kadınların oy kullanmasını istemeyen birçok erkek eyleme gelerek saldırıda bulunur. 100’den fazla kadın yaralanır. Seçimler yine erkeklerin oy kullanmasıyla ve yöneticilerini seçmesiyle tamamlanır. Sonrasında ABD 1.Dünya Savaşı’na resmen katıldıkları duyurusunu yapar. Ancak kadınlar o dönemde de mücadeleden vazgeçmez ve her gün Beyaz Saray önünde pankart açarlar. Tutuklanıp cezaevine gönderilen kadınlar burada da birçok işkenceye ve şiddete maruz kalacak ancak pes etmeyip haklarını aramaya devam edecektir. Filmin oyuncu kadrosu da bir o kadar iyi. Hilary Swank, Frances O’Conner, Julia Ormond ve Vera Farmiga gibi yetenekli kadın oyuncular bir arada.
23. Milk – 2008 – IMDb: 7,6
Bağımsız filmleriyle tanınan Gus Van Sant’ın yönettiği, Sean Penn, Emile Hirsch ve James Franko’nun başrollerde olduğu Milk, Amerika’nın ilk eşcinsel politikacısı olan Harvey Milk’in hayatının bir bölümünü konu alıyor. San Fransisco’nun genelde göçmenlerin oturduğu bir mahallesinde sevgilisi Scott’la birlikte bir fotoğrafçı açan Milk, devletin eşcinsellere yönelik ırkçı ve şiddet içeren saldırılarının üzerine belediye meclisine seçilebilmek için aday oluyor. Uzun bir mücadele döneminin ardından meclise girebiliyor ve eşcinsel hareketini başlatıyor. ‘Proposition 6’ olarak bilinen eşcinsel karşıtı yasanın meclisten geçmesini engelleyen Milk, bir ikon haline geliyor. Sadece eşcinsellerin de değil, göçmenlerin, siyahilerin bütün ezilenlerin sesi oluyor ve onları örgütlenmeye çağırıyor. Filmin jeneriğinde siyah beyaz belgesel görüntüleri kullanılmış ve filmin devamında da bu görüntülerden yararlanıyor Gus Van Sant. Sean Penn’in muhteşem oyunculuğu ise ona En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını kazandırıyor. Harvey Milk’in bu renkli ama bir o kadar da dramatik ve çetrefilli olan hayat hikayesi her açıdan izlenmeye değer bir film.
22. Hunger (Açlık) – 2008 – IMDb: 7,6
İzlediğinizde sizi bir hayli dumura uğratan ve etkisinden kolayca çıkamayacağınız bir film Hunger. Yaşanmış bir olayın anlatıldığı filmin kadrosunda Michael Fassbender ve Stuart Graham gibi yetenekli oyuncular yer alıyor. Yönetmeni ise Steve McQueen. Filmde IRA’lı hükümlülerin, hapishanede içinde bulundukları şartların değişmesi için başlattıkları açlık grevi anlatılıyor. IRA mensubu olmayan ancak örgütle birlikte hareket eden ve açlık grevini başlatan Bobby Sands’in (Michael Fassbender) kararlılık ve inançlılık hikayesi ön planda. Hükümlülerin şartlarının iyileştirilmesini talep eden Sands, IRA’ya verilen desteğin de artmasını ve medyanın ilgisini çekmeyi başarıyor ancak içeride işler istediği gibi olmuyor ve yavaş yavaş ölüme gidiyor. Mahkumların hücrelerdeki durumlarını, insani ihtiyaçlarını bile düzgünce karşılayamamalarını ve özgürlüğe olan inançlarını sade ama etkileyici bir biçimde ele alıyor. Kuzey İrlanda’nın tarihini şekillendiren bir hikayenin anlatıldığı bu film aynı zamanda yönetmeninin ilk filmi. Sert ve insanı oturduğu koltuğa sabitleyen türden, başarılı bir ilk film örneği teşkil ediyor.
21. Land And Freedom (Ülke ve Özgürlük) – 1995 – IMDb: 7,6
Ülke ve Özgürlük, genelde ezilen sınıfları filmlerine konu edinen, işçi sınıfının durumunu etkileyici bir şekilde anlatabilen yönetmenlerden olan Ken Loach’a ait bir yapım. Film 1936’da General Franco’nun yaptığı darbeyle İspanya Hükümeti’nin yıkılışını ve Franco yanlılarının cepheleri ele geçirişlerini anlatıyor. İşsiz bir komünist olan David, Franco’ya karşı direnen devrimcilere destek olmak için İspanya’ya gitmeye karar verir ve Marksist Birleşik İşçi Cephesi’ne (POUM) katılır. Bağımsızlık için verilen mücadeleyi izlerken David’in aşık olmasına da tanık oluruz. Ancak bir süre sonra David yaralanır ve Barcelona’ya tedavi olmaya gider. Fakat döndüğünde ortam bir hayli değişmiş olur ve sosyalistler birbirleriyle çatışmaya başlamıştır. David için mücadelenin son bulduğu nokta budur. Film, savaşın neden ve nasıl kazanılamadığını ve aslında o dönemde neler olduğunu, insanların direnmekten vazgeçişini objektif bir bakış açısıyla dile getiriyor ve bir otorite eleştirisi yapıyor. Mücadelenin gerekliliğini ve umutların hep diri tutulması gerektiğini de anlatan film, Ken Loach’un en iyi filmi olarak görülüyor.
20. Goodbye Lenin (Elveda Lenin) – 2003 – IMDb: 7,7
Yönetmenliğini Wolfgang Becker’in yaptığı bu politik ve bir o kadar da hüzünlü film, idealist bir sosyalist olan Christiane’nın, Doğu Almanya ile Batı Almanya arasında kapitalist rejim çatışmalarının yaşandığı zaman rahatsızlanıp 8 ay boyunca komada olduğu zamana odaklanıyor. Christiane komadayken Doğu bloğu direncini kaybeder ve ülkeyi ikiye bölen Berlin Duvarı yıkılır. Bunun sonucunda eski düzen tamamen değişir, kapitalizm yerleşmeye başlar. Batı’dan gelen ürünler her yeri donatır, duvarları Coca Cola afişleri kaplar, teknoloji değişir. Sosyalizm neredeyse bir anı haline gelir. Film bu durumu nostaljik boyutuyla ele alır ve bir anne ve oğlu üzerinden işler. Christian’ın oğlu Alex ve arkadaşları, annesi uyandığı zamana kadar eski düzeni geri getirmek için mücadele ederler. Eskiye olan özlemi en iyi şekilde gösteren filmde yer yer trajikomik ögeler de karşımıza çıkar. Aynı zamanda vahşi kapitalizme yönelik sert bir eleştiri de yapar. Filmin müzikleri ise Yann Tiersen’e ait ve filmin atmosferiyle harika bir uyum içerisinde ilerliyor. Kurulu bir düzenin bir anda nasıl yerle bir olacağını ve insanların eski hayatlarını geri getirmek için neler yapacaklarını anlatan bu başarılı filmi bugüne kadar izlemediyseniz, şimdi tam sırası!
19. Malcolm X – 1992 – IMDb: 7,7
Amerikan tarihinin en önemli insan hakları savunucularından olan Malcolm X’in hayatını ve kendini gerçekleştirme sürecini anlatan bu filmin yönetmenliğini Spike Lee yapıyor. Papaz olan babası Ku Klux Klan tarafından öldürülen Malcolm zor bir hayat geçirir. Yaşayabilmek için ufak çaplı suçlar ve hırsızlıklar yapar. İşlediği suçlardan dolayı hapse girer ve burası onun dönüm noktası olur. Hapisanede içine girdiği dini bir topluluk onu ruhani açıdan değiştirir ve bambaşka bir kimlik kazanır. Dışarı çıktığında, toplumdaki genel zihniyeti değiştirmek için çabalamaya başlar. Önceden kendisinin de dahil olduğu ırkçı eğilimden sıyrılır ve siyahi insanların kendi kaderlerini belirleme ve haklarını savunabilmeleri adına uğraşır. Bir süre sonra da büyük bir kitleyi de peşinden sürükler. Alex Haley’nin The Autobiography of Malcolm X isimli kitabından sinemaya uyarlanan ve Denzel Washington’ın usta oyunculuğuyla yer aldığı bu biyografi türündeki film, aynı zamanda en iyi siyasi filmler arasında sayılıyor. Malcolm X’i daha iyi tanımak ve anlamak isteyenler için izlenmesi gereken kaliteli bir yapıt.
18. Bloody Sunday (Kanlı Pazar) – 2002 – IMDb: 7,7
Yönetmenliğini Paul Greengrass’ın yaptığı Bloody Sunday, 30 Ocak 1972’de bir pazar günü gerçekleşen Bogside Katliamı’nı konu alıyor. Kuzey İrlanda İnsan Hakları Derneği haksız tutuklamalara karşı protesto çağrısında bulunuyor. Buna karşılık Britanya Hükümeti eylemi yasa dışı ilan ederek sokağa çıkma yasağı başlatıyor ve ordu sokağa iniyor. Tabii ki bu karar halkta tepkilere neden oluyor ve sivil toplum örgütleri eylemlerin yasal olduğunu ve müdahale edilmemesi gerektiğini söylüyor. IRA ve silahlı mücadele yanlıları da bu görüşe katılıyor ve 30 Ocak pazar günü sokaklar çok sayıda insanla doluyor. Ancak ordu bütün sokak başlarını tutuyor ve önceden hazırladıkları hareket planını uygulamaya başlıyor. Sokaklar savaş alanına dönüyor. Dünya tarihinde kara bir leke olarak adlandırılan bu olay, filmde gerçekçi bir şekilde ve tüm çarpıcılığıyla ele alınmış. Yürüyüşün öncesi ve sonrasının ele alındığı ve belgesel şeklinde bir anlatımın hakim olduğu filmde, çoğu sahnenin el kamerasıyla çekilmiş olması da izleyicinin filmdeki kaos ortamına dahil olmasını ve empati kurmasını sağlıyor. Anlatılanların gerçek olduğunu bilmek de hem insanı dehşete düşürüyor, hem de barışçıl bir eylemin katliama dönüşmesini izlemek oldukça sarsıyor.
17. Frost/Nixon – 2008 – IMDb: 7,7
En iyi politik filmler listemize Ron Howard’ın yönetmenliğini üstlendiği Frost/Nixon’la devam ediyoruz. Filmin bu derece başarılı ve akıcı olmasında özellikle başrol oyuncuları Frank Langella ve Michael Sheen’in payı çok büyük. Film, ABD tarihinde ilk defa görevinden istifa eden başkan olan Nixon’ın istifa ettikten sonra kendini temize çıkarmak ve siyasete geri dönmek amacıyla eğlence programları sunan David Frost’la yaptığı röportajlar çerçevesinde gelişen olayları konu alıyor. Frost’un bu işe girişmesinin sebebi ise Nixon’ın Watergate skandalıyla ilgili ne suçu üstlenmesi ne de halktan bir özür dilemesi. Nixon hem yüksek meblağda para teklifini hem de Frost’un eğlence programları hazırladığı için siyasi konulardan anlamadığını düşünerek bu teklifi kabul eder. Ancak David Frost, röportajların sohbet havasında geçmesini istemediğinden ve gerçekleri ortaya çıkarmaya kararlı olduğundan ekibine iki gazeteci daha ekler. Nixon’la yapılacak röportajın detayları konuşulur, Watergate olayıyla ilgili soruların neleri kapsayacağı hakkında uzlaşma sağlanır. Ancak röportajlar ilerledikçe iki tarafın da olayı kendi lehine çevirmek için elinden geleni yapması gerekir. 5 dalda Oscar adayı olan film temposunu kaybetmiyor ve izleyicinin ilgisini sonuna dek yüksek tutuyor.
16. Sonbahar – 2008 – IMDb: 7,8
En iyi politik filmler listemize bir Türk filmi ile devam ediyoruz. Yönetmenliğini Özcan Alper’in yaptığı film, Türkiye’nin karanlık dönemlerinden “Hayata Dönüş Operasyonları” adı verilen olay sonrası cezaevinden çıkan Yusuf’un hayatından bir kesit sunuyor. Devrimci bir genç olan Yusuf 1997 yılında tutuklanır ve hapse girer. Bu zaman zarfında açlık grevine katılır. 12 yıl kaldığı cezaevinden erken tahliye edilme sebebi ise birkaç aylık ömrünün kalmasıdır. Çıktıktan sonra Rize Çamlıhemşin’deki köyüne döner. Çoğu zaman geçirdiği kötü günlerin de etkisiyle içine kapanır. Bir gün köyden bir arkadaşının zoruyla ilçedeki meyhaneye gider ve oradaki Gürcü kız Elka’ya aşık olur. Bunca zaman yalnızlığa alışmış ve sadece ölümünü bekleyen Yusuf, öleceğini Elka’ya söyleyemez. Özcan Alper Yusuf’un öyküsünü ve ülkemizde yaşanılan acıları da ajite etmeden, sade ve etkileyici bir şekilde izleyiciye aktarıyor. Türk siyasi filmler arasında oldukça beğenilen bu film gösterime girdiğinde hem ülkemizdeki hem de Avrupa’daki birçok festivalde gösterildi ve ödüle layık görüldü.
15. Being There (Merhaba Dünya) – 1979 – IMDb: 8,0
Türkçeye Merhaba Dünya adıyla çevrilen bu politik komedi filmin yönetmeni Hal Ashby. Başrollerde ise Peter Sellers ve Shirley Maclaine yer alıyor. Daha çok Boyalı Kuş kitabıyla tanınan Jerzy Kosinski’nin romanından uyarlanan film kitle kültürüne alaycı bir mizahla yaklaşıyor. Washington’da bir evde bahçıvanlık yapan Chance, orta yaşlı, sıradan ve oldukça saf bir adamdır. Bütün ömrünü bu malikanenin bahçesinde bir odada geçirmiş olan Chance dış dünyaya karşı tamamen yabancıdır. Sadece izlediği televizyondan bilir dünyayı. Bir gün işvereni ölünce kendisini gerçek dünyanın içinde bulur. Patronunun verdiği bir takım elbiseyle sokaklarda dolaşırken bir limuzin çarpar. Zengin bir iş adamı ve politikacı olan limuzinin sahibi tedavi için Chance’i evine davet eder. Burada özel doktorlar tarafından bakıma alınır ve bir süre sonra da tamamen onun himayesine girer. Böylelikle hayatı tamamen değişir. Televizyonun kitleleri nasıl kuşattığını ve insan doğasıyla olan çatışmasını iğneleyici bir mizahla ele alan, aynı zamanda da dramatik bir şekilde işleyen film size de içinde yaşadığınız dünyayı sorgulatacak.
14. All The President’s Men (Başkanın Tüm Adamları) – 1976 – IMDb: 8,0
“Başkanın Tüm Adamları”da birçok ödül almış, çok sayıda festivalde gösterimi yapılmış başarılı bir film. Richard Nixon’ın istifa etmesine sebep olan, Amerika’daki en büyük skandallardan biri olan Watergate Skandalı’nın ortaya çıkışını ve sonrasında gelişen olayları konu alıyor. Başrollerinde Dustin Hoffman ve Robert Redford gibi iki büyük oyuncu var. Washington Post gazetesinin muhabirleri olan iki genç gazeteci olayın peşine düşüyor ve derin bir şekilde incelemeye başlıyor. Hiçbir bilgiyi es geçmeyen azimli gazetecilerin çalışmaları sonucu olay açıklığa kavuşuyor ve Nixon’ın istifasıyla sonuçlanıyor. Filmde benzersiz bir gazetecilik maratonuna ve medyanın gücüne şahit oluyoruz. Haber kaynağından ustaca bilgi koparmaları ve gece gündüz demeden çalışmaları araştırmacı gazeteciliğin de en güzel örneğini sunuyor. Ayrıca filmde her detay düşünülmüş. Washington Post ofisi çöp kutularına kadar bire bir filme uyarlanmış. Gösterime girdiği dönem 8 dalda Oscar’a aday olan film, en iyi uyarlama senaryo, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi müzik ve en iyi sanat yönetmeni ödüllerini alıyor.
13. JFK (JFK Kapanmayan Dosya) – 1991 – IMDb: 8,0
Yönetmenliğini Oliver Stone’un yaptığı film, J.F.Kennedy davasına eğiliyor. Kennedy rolünde Kevin Costner’ı görüyoruz. Ayrıca Gary Oldman, Tommy Lee Jones ve Sissy Spacek gibi başarılı oyuncular da kadroda yer alıyor. Başkan seçildiği zaman, barışçıl konuşmaları, savaş ve ırkçılık karşıtı söylemleri sayesinde sevilen ve hep iyi hatırlanan Kennedy’nin Küba füze krizindeki duruşu ve izlediği başka yöntemler bir suikasta kurban gitmesine yol açtı. Lee Harvey Oswald’ın Kennedy suikastının tek suçlusu olduğunun öne sürüldüğü ama mahkemenin ulaştığı verileri tatmin edici bulmayan New Orleans Bölge Savcısı Jim Garrison, olayı açıklığa kavuşturmak için çalışmalara başlar. Araştırdıkça da büyük bir komployla karşı karşıya olunduğunu fark eder. Filmin büyük bir bölümü Jim Garrison ve ekibinin suikastı araştırması ve iz sürmesi sürecini anlatır. Garrison davanın üstüne gittikçe işin içinde devlet içi bir olayın da olduğunu anlar ve dosyayı mahkemeye taşır. Bu komploda CIA, ordu ve FBI gibi birimlerin de parmağı olduğunu gösteren film, Oliver Stone’un kendi bakış açısını da bize yansıtıyor.
12. The Manchurian Candidate (Mançuryalı Aday) – 1962 – IMDb: 8,0
Türkçeye Casuslara Karşı olarak çevrilen 1962 yapımı bu politik gerilim filminin yönetmen koltuğunda John Frankenheimer var. Gösterildiği zaman hem sağ görüşlü hem de sol görüşlü kesimden birçok eleştiri alan ve kimseye yaranamayan film Amerikan sinemasının gerçekçi bir objektifle çekilen ve korkusuzca ortaya çıkarılan nadir filmlerinden. Raymond Shaw Kore Savaşı’ndan bir kahraman olarak ülkesine geri döner. Ancak diğer askerler onun neden madalya aldığını bile hatırlamazlar. Ancak bu askerler de ülkelerine döndükten sonra kabuslar görmeye başlarlar. Raymond Shaw’da bir tuhaflık olduğunu düşünen Marco, olayı araştırmak üzere kolları sıvar. Kısa bir süre sonra bu kabusların altında tahmininden çok farklı durumların olduğunu ve hükümet ve ordunun korkunç sırları gizlediğini öğrenir. Başrollerde Frank Sinatra, Laurence Harvey ve Janet Leigh gibi oyuncular bulunuyor. Film yıllar geçse de önemini ve ününü kaybetmiyor çünkü politika ve devlet işleri gibi asla değişmeyecek ve eskimeyecek bir kavramı irdeliyor. Ayrıca sinema tarihinin en önemli filmleri arasında yer alan Manchurian Candidate’in 2004’te başrolde Denzel Washington’ın oynadığı bir de remake (yeniden yapım)’i çekildi ancak çok başarılı bulunmadı.
11. No Man’s Land (Tarafsız Bölge) – 2001 – IMDb: 8,0
Bosna Hersek’li yönetmen Denis Tanovic’in yazıp yönettiği No Man’s Land (Tarafsız Bölge), 1993 yılında Bosna’da olan savaşı konu alıyor. Ancak yüksek teknolojiyle çekilmiş, muazzam görselleri olan savaş filmlerinden değil. Düşük bütçeyle çekilmiş ancak derdini en iyi şekilde aktarabilen mütevazı bir film. Bu başarısından ötürü de En İyi Yabancı Dilde film kategorisinde Akademi Ödülü’ne ve Cannes Film Festivali’nde de En İyi Senaryo ödülüne layık görülüyor. Film, Bosna Savaşı’nda yollarını kaybedip kendilerini düşman hatları ortasındaki Tarafsız Bölge’de bulan biri Sırp biri Bosnalı iki askerin hikayesi anlatılıyor. Sırplar ve Boşnaklar Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nden askerlerini tarafsız bölgeden kurtarmaları için yardım isterler. Barış Gücü komutanı bu isteğe pek sıcak bakmaz ancak çatışmaların yaşandığı bölgeye yakın olan çavuş Marchand mayın üzerinde mahsur kalan askerlere yardım etmeye karar verir, sonrasında dünya medyası da olaya dahil olur ve heyecanlı bekleyiş başlar. Her ne kadar yüksek tempolu ve aksiyonlu bir film gibi görünmese de BM’nin Bosna’da çözümden yana olmadığını ve Bosna’yı kendi kaderine terk ettiğini izleyiciyi sıkmadan, sade bir şekilde anlatır film.
10. Il Conformista (Konformist) – 1970 – IMDb: 8,1
The Conformist, politik-dram türünde bir Bernardo Bertolucci filmi. Paris ve İtalya’da çekilen film, Mussolini’nin iktidarda olduğu baskıcı ve faşist döneme denk geliyor. Bertolucci de bu vesileyle bol bol siyasi göndermeler yapıyor. Baş karakter Marcello konformist bir devlet ajanıdır ve her koşulda içinde bulunduğu duruma ayak uydurup sadece görevini yapanlardandır. Ajan olmadan önce, bir adam öldürmeyi aklından bile geçirmeyen ve sadece bilgi toplayıp para kazanacağını düşünen Marcello’ya önemli bir suikast görevi verilir. Hem de öldürmesi beklenilen kişi üniversitede derslerine girdiği hocasıdır. Bu andan sonra bir değişim içine girer. Arada geri dönüşlerle Marcello’nun geçmişinden kesitler izleriz ve onun küçüklüğünden beri korkak ve çekingen biri olmasının altında yatan sebepleri öğreniriz. Burada Bertolucci karakterin üzerinden sert bir toplum ve faşizm eleştirisi de yapar. Marcello kendisine verilen bu görev yüzünden vicdanıyla bir hesaplaşmaya girer ve hayatını sorgulamaya başlar. Mussolini’nin devrilişinden sonra kendi çıkarlarının peşinde koşan halka yönelik eleştiriyi de gene karakterin değişimi üzerinden yapar. Kimi eleştirmenler çarpıcı görselliğin ve görüntü yönetmenliğinin filmin siyasi öyküsünün önüne geçecek derecede başarılı olduğu söyler.
9. Hotel Rwanda (Hotel Ruanda) – 2004 – IMDb: 8,1
2004 yapımlı bu filmin yönetmeni Terry George. Ruanda Soykırımı’nı konu alan, tamamen gerçek olayların anlatıldığı filmin konusu ise şöyle: Sömürgeci ülke Belçika, Ruanda halkını aynı etnik köken ve aynı ulusa sahip olmasına rağmen zenginler ve zengin olmayanlar olarak iki ayrı ulusa böler. Hutular ve Tutsiler. Bunlardan daha zengin olan Tutsilere çeşitli konularda ayrıcalık gösterilir ve bu durum bir süre sonra bir kaosa ve soykırıma dönüşür. Bir Hutu olan ve Tutsi bir kadınla evli olan Paul aynı zamanda bir otel müdürüdür ve katlim başladığı sırada ailesini kurtarıp otele yerleştirir. Ancak bir süre sonra durumun ciddiyetinin ve vehametinin farkına varır ve hem Hutu hem de Tutsi’lerden kurtarabildiği herkesi otele alır. Otel mülteci kampına dönmüştür. Birleşmiş Milletler ve diğer batı ulkeleri Ruanda’da yaşanan bu katliama seyirci kalmıştır ve film de bunun eleştirisini yapar. Batı’nın kendi halkını ne kadar önemserken, Afrika halklarına değer vermediği ve kendi çıkarları için onların yaşamlarını hiçe saydığını bu filmle birlikte daha net görmek mümkün. Başrolünde Don Cheadle’ın yer aldığı bu yapım birçok farklı ödüle de sahip.
8. Persepolis – 2007 – IMDb: 8,1
2007 yapımı animasyon türünde bir film olan Persepolis, İran’da şah devrildikten sonra olan olayları anlatır. Halkın yaşadıkları onca kötü şeyden sonra her şeyin düzeleceğini ve demokratik bir düzene kavuşacaklarını sanar hayal kırıklığı yaşarlar. İslami devrimin gelişini küçük bir kızın, Marjane’in gözünden izleriz. İlk başlarda yaşanılanların farkına varamayan, durumun ciddiyetini anlayamayan Marjane büyüyüp genç bir kız olduğunda, ailesiyle birlikte alıştığı yaşama devam edemediğini ve etrafının yasaklarla çevrili olduğunu görür. Bu hayata uyum sağlamaya çalışırken bocalar ve ailesi onu okumak için Avrupa’ya gönderir. Orada da Avrupa halkının farklı yaşam tarzı ve umursamazlığıyla karşılaşan Marjane iki tarafta da bir türlü mutlu olamaz ve her şeye rağmen ailesinin yanına geri döner. Marjane Satrapi’nin kendi hayatını anlattığı otobiyografik çizgi romanından sinemaya uyarlanan bu filmi izlediğinizde, o dönemdeki olayların, günümüzde yaşananlarla çok da uzak olmadığını göreceksiniz. Gösterime girdiğinden beri oldukça konuşulan ve beğenilen bu filmin yönetmenliğini de yine Marjane Satrapi ve beraber çalıştığı Vincent Paronnaud yapıyor.
7. Z (Ölümsüz) – 1969 – IMDb: 8,2
Costa Gavras’ın yönetmenliğini yaptığı Z Türkçeye “Ölümsüz” olarak çevrildi. Vassilis Vassilikos’un aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan ve çıktığı dönem ülkemiz de dahil birçok ülkede yasaklanmış olan bu cesur film, 1963’te Yunanistan’da bir suikast sonucu hayatını kaybeden solcu parti milletvekili Grigoris Lambrakis’in öyküsünü konu alıyor. Seçimden önce küçük bir kasabaya konuşma yapmaya ve parti üyeleriyle buluşmaya gelen Lambrakis polis yetkilileri tarafından engellenmeye çalışılır. Konuşma yapacağı salonda toplanılmasına izin verilmez. Binlerce insanın dinlemeye geldiği konuşma için 200 kişilik bir salon verilir. Lambrakis konuşmasını burada yapar, dışarıda kalanlar ise hoparlörler aracılığıyla konuşmayı dinlerler. Ancak bu durum daha sonra kitlelerin kışkırtıldığı gerekçesiyle Lambrakis’in aleyhine çevrilir. Toplantı salonundan çıktıktan sonra ise aşırı sağcı Kralcı Hristiyan Örgütü tarafından saldırıya uğrar. Sonrasında soruşturma açılır ancak yerel polisler delilleri karartmaya çalışır, emniyet görevlileri hiçbir ceza almaz, olaya şahit olan diğer partililer “kazara” ölür. Film, hükümetlerin yargıyı nasıl kontrol altına aldığını ve barışın sağlanması yolunda yapılanları nasıl engellediğini tavizsiz bir biçimde anlatır. Asıl acı verici olan yanı ise gerçek bir olayın anlatılmasıdır.
6. V For Vendetta – 2005 – IMDb: 8,2
Hemen hemen hepimizin bildiği, ülkemizde de birçok seveni olan bu filmi listeye almasak haksızlık olurdu sanırım. Filmin yönetmeni James McTeigue, senaryosu ise Matrix’in yaratıcıları olarak tanıdığım Wachowski kardeşlere ait. Aslı, Alan Moore’un yazdığı ve David Lloyd’un resimlediği bir çizgi roman olan ve sinemaya uyarlanan bu politik film, baş karakterimiz V’nin Evey (Natalie Portman)’ı kurtarması ve “5 Kasım’ı Hatırla!” sloganıyla yaptığı eylemlerle halkı hareketlendirmeye çalışmasıyla başlıyor. 5 Kasım ise Guy Fawkes’ın İngiliz Parlamento Sarayı’nı patlatma girişiminde bulunduğu tarih. Bir sonraki yıl 5 kasımda her şeyin değişeceğini söyleyen V herkesi parlamento binasının önünde toplanmaya çağırıyor. O bir sene içinde yönetimin baskısı artıyor, ancak halk uyanıyor, kendini ve kendi gücünü tanımaya başlıyor. Film, medyanın toplumdaki yerini ve rolünü doğru ve gerçekçi bir şekilde ele alır, İngiltere devletinin baskıyı sağlamada kullandığı en önemli araçlardan biridir. Halk V’ye inanmaya ve güvenmeye başlayınca medya devreye girer ve televizyon haberleri ile halk bu düşüncelerden uzaklaştırılmaya ve devletin tarafına çekilmeye çalışılır. Film boyunca maskeyle gördüğümüz Hugo Weaving mimiklerini kullanamasa da ses tonu ve vücut diliyle çok iyi bir performans çıkartıyor. Hugo Weaving’le beraber Natalie Portman’ın başrolleri paylaştığı bu başarılı filmde kullanılan Guy Fawkes maskesi ise günümüzde dünyada gerçekleştirilen muhalif eylemlerin birçoğunda hala kullanılıyor.
5. Citizen Kane (Yurttaş Kane) – 1941 – IMDb: 8,4
Tüm zamanların en iyi filmlerinden sayılan Citizen Kane’le listemize devam ediyoruz. Orson Welles’in ilk uzun metrajlı filmi olan Yurttaş Kane aynı zamanda film ve kamera teknikleri açısından da sinema tarihinin en yenilikçi filmi olarak da kabul edilir. Film konusu itibariyle hem çekildiği döneme hem de bugüne yapılmış bir eleştiridir. 120 dakika boyunca medyanın insanlar ve siyaset üzerindeki etkisini tartışır. Şimdiye kadar medyanın birçok filme konu olduğunu görüyoruz. Medyanın kontrol ve insanları etkileme ya da manipüle etme gücü o kadar yüksek ki her dönemde bu değişmiyor ve konu olabiliyor. Genç bir gazeteci, meşhur medya patronu Kane’in ölürken söylediği son söz olan “Rosebud”‘ın anlamını çözmek için Kane’e yakın olanlarla iletişime geçer ve film süresince farklı kişiler Kane’le ilgili bildiklerini ve onun hakkındaki düşüncelerini anlatırlar. Biz de Kane’in geçmişte yapmış olduğu her şeye şahit oluruz. Filmin başında gösterilen Rosebud’ın anlamı ise filmin sonuna kadar gizemini korur. Amerikan burjuvazisinin psikolojik çözümlemesini yapan film aynı zamanda komünizm ve faşizm kavramlarına da göndermeler yapar.
4. The Great Dictator (Büyük Diktatör) – 1940 – IMDb: 8,5
1940 yapımı bu unutulmaz politik komedi Charlie Chaplin’in ilk sesli filmidir. Filmde verilen mesaj günümüz dünyası için de hala güncelliğini koruyor. Chaplin, Adolf Hitler parodisi olan Adenoid Hynkel adlı bir diktatörü ve Yahudi bir berberi canlandırıyor. Berber 1.Dünya Savaşı’nda Tomanya ordusunda savaşır. Çok iyi bir asker olmasa da Schultz adlı bir subayın hayatını kurtarır. Ancak sonrasında geçirdiği bir uçak kazasında yaralanır ve hafızasını kaybeder, senelerce hastanede yatar. O sırada Adenoid Hynkel adında bir diktatör Tomania’nın başına geçer ve Yahudilere karşı bir savaş başlatır. Yahudi Berber hastaneden çıkıp evine dönerken Hynkel’in askerleri ile karşılaşır. Askerler Yahudileri toplama kampına götürmek için gelmişlerdir ve Yahudi Berberi görünce onu Hynkel’e benzerliği yüzünden büyük diktatörleri zannederler ve olaylar karmaşık bir hal alır. Filmde yer alan Bacterian Diktatörü Napaloni ise Mussolini’dir ve ona yönelik dokundurmalar da yapılır. Ayrıca Chaplin büyük bir Nazizm ve Hitler eleştirisi yapar filmde. Hatta film daha fikir aşamasındayken Nazi örgütleri Chaplin’i ölümle tehdit etmiş ve filmin çekilmesini engellemeye çalışmışlardır. Filmin en sonunda yer alan ünlü tirat ise her şeyi özetler niteliktedir ve bugün bile konuşulur.
3. Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (Dr.Garipaşk) – 1964 – IMDb: 8,5
A Clockwork Orange’tan da bildiğimiz ve sevdiğimiz usta yönetmen Stanley Kubrick’in 1964 tarihinde çektiği bu film Peter George’un Red Alert adlı romanının sinemaya uyarlamasıdır. Kara mizah/politik komedi türündeki film 2.Dünya Savaşı sonrasında ABD ve SSCB’nin uyguladığı politikaları eleştiriyor. Savaştan sonra dünyada kutuplaşma başlamıştır ve taraflar çılgınca silahlanmaya gider. Bu çılgınlığın son noktası da nükleer silahtır. Amerikalı bir general olan Ripper gizli bir kod aracılığıyla nükleer savaş emri verir. Bu gizli koddan Amerika başkanı da dahil kimsenin haberi yoktur. Emrin geri dönüş kodunu ise sadece emri veren General Ripper bilir. Bunun üzerine Amerika kırmızı alarma geçer ve bir toplantı düzenlerler. Rus Büyükelçisi dünyadaki tüm canlıların yaşamını sonlandırabilecek güçte bir nükleer silahın devreye gireceğini söyleyince, çareyi eski Nazi bilim adamı Dr.Strangelove’a danışmakta ararlar. Dr.Strangelove’ın önerisi de bir o kadar ilginçtir. Başrolde yer alan Peter Sellers Yüzbaşı Mandrake, Başkan Muffley ve Dr.Strangelove olmak üzere üç farklı karakteri başarılı bir şekilde canlandırıyor ve filmi izlerken üçünün de aynı karakter olduğu anlaşılmıyor bile. Cesur eleştirilerin ve muhteşem oyunculukların olduğu bu film her sinema sever tarafından izlenmeli.
2. Das Leben Der Anderen (Başkalarının Hayatı) – 2006 – IMDb: 8,5
“Başkalarının Hayatı” olarak Türkçeye çevrilen, Florian Henckel von Donnersmarck’ın yazıp yönettiği politik gerilim ve dram türündeki bu Alman filmi, Berlin Duvarı’nın yıkılışının 5 yıl öncesinden başlıyor. Almanya’nın gelişmiş gizli istihbarat ağı Stasi için çalışan Gerd Wiesler’in görevi, ünlü sanatçı ve oyun yazarı Georg Dreyman ve sevgilisi Christa-Maria Sieland’ı gizlice gözetleyip ve dinleyip ihbar etmektir. Doğu Almanya Hükümeti son zamanlarında iktidarını ancak bu şekilde, başkalarının hayatını gözetleyerek sürdürüyordur ve bunun sonucunda binlerce kişi fişlenmiştir. Yarbay Anton Grubitz, Wiesler’i Dreyman’ın yeni oyununun galasına davet eder ve bununla birlikte yeni görevi başlar. Aslında Dreyman sanatçılar arasında bu rejime en uygun davrananlar arasındadır fakat Grubitz’in başka amaçları da vardır. Bir süre sonra Wiesler bir iç hesaplaşma yaşayıp yavaş yavaş yaptığı işten pişmanlık duymaya başlayacaktır. Birçok festivalde gösterilen, Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ını ve BAFTA ödüllerini alan film, daha çok karakterler üzerinden gider ve ruhsal çözümlemeler üzerine yoğunlaşır. Ayrıca 21.Yüzyılın En İyi Filmleri listesinde 32.sırada yer alır Das Leben Der Anderen.
1. Schindler’s List – Schindler’in Listesi – 1993 – IMDb: 8,9
En iyi siyasi ve politik filmler listemizin 1 numarasına geldik. Steven Spielberg’in bu güzide filmi birçok ödül sahibi ve “Tüm Zamanların En İyi Filmleri” listesinde de üst sıralarda yer alıyor ve aynı zamanda da ABD Ulusal Film Arşivi’nde de muhafazaya alınmış. Konusu ise şöyle ilerliyor: 2.Dünya Savaşı zamanında bir iş adamı olan Oskar Schindler Almanya’ya iş kurmak için gelir. Nazi partisi üyesidir ancak onlarla bir yakınlığı yoktur. Bu sırada Yahudi soykırımı başlar. Schindler’in yardımcısı Itzhak belgelerde oyanamalar yaparak bazı yahudileri fabrikaya alır ve toplama kampına gönderilmekten kurtarır. Schindler bu arada birçok yahudinin ölümüne şahit olur ve mümkün olduğunca çok insanı kurtarmak adına rüşvet vererek onları fabrikasına alır. Bir gün işçileri Çekoslavakya’da kuracağı fabrikasına götüren trenlerden biri fabrikaya ulaşırken, kadınların olduğu tren yanlışlıkla Auschwitz’e götürülür. Onları kurtarmak için çabalayan Oskar’ın aynı zamanda Sovyet askerlerinden de kaçması gerekir çünkü Almanya teslim olmuştur ve kendisi hala bir Nazi partisi üyesidir. 7 dalda Akademi Ödülü alan filmde Oscar Schindler’i Liam Neeson, Itzhak Stern’i Ben Kingsley ve Amon Göth’ü ise Ralph Fiennes gibi birbirinden yetenekli oyuncular canlandırıyor. Zulüm ve katliam sahneleri de çok başarılı ve bir hayli can acıtıcı olan film, izledikten sonra uzun süre etkisinden çıkamayacağınız filmlerden.
Mr.Smith Washington’a gidiyor’u görememek üzdü doğrusu