Bazen içeriğindeki şiddet dozu, bazen de politik tavrı sebebiyle bazı filmler sinema tarihi boyunca çeşitli ülkelerde sansüre maruz kalmıştır. Bu filmlerden tamamen iğrençlik olsun diye çekilmiş, belli bir mesajı ve alt metni olan, ancak anlaşılamaması sebebiyle sansüre ve yasaklanmaya maruz kalmış filmler bulunuyor. Bununla birlikte içerdiği şiddet ve kanlı sahneler sebebiyle de aynı uygulamaya tabi tutulmuş bazı yapımların, hala çeşitli ülkelerde gösterimi yasak filmler olarak listelendiğini görmek oldukça üzücü.
Teknoloji çağında, legal ya da illegal pek çok yöntemle dünya sinemasının çeşitli örneklerine ulaşabilme imkanına sahipken, gösterime girdiği yıllarda yasaklanmış olmasına rağmen sonradan kült kabul edilmiş ve klasikleşen pek çok yapımı meraklıları için listeliyoruz.
10. Cannibal Holocaust – 1980 – IMDb: 6,0
Yasaklanan filmler listemizin ilki senaryosunu Gianfranco Clerici’nin yazdığı, İtalyan yönetmen Ruggero Deodato tarafından yönetilen Cannibal Holocaust. Gösterime girdiği 1980 yılında içerdiği vahşet, tecavüz ve gerçek hayvan katliamı sahneleriyle büyük tepki toplamıştır. Bazı cinayet ve tecavüz sahnelerinin gerçek sanılması üzerine yönetmen Deodato tutuklanmış, ardından yönetmenin polisleri filmin oyuncularla tanıştırmasının ardından salıverilmiştir.
Cannibal Holocaust, Brezilya ve Peru arasında kalan Amazon ormanlarında daha önce hiç keşfedilmemiş yamyam kabileleriyle ilgili belgesel yapmak üzere bölgeye giden dört Amerikalı filmcinin başından geçenleri anlatır. Daha sonra “Blair Cadısı” gibi filmlerde de kullanılan “belgeselvari” anlatım tekniğini uygulayan filmde, Amazon ormanlarına giden ekipten hiçbir haber alınamaması üzerine bir kurtarma ekibi oluşturulur. New York Üniversitesi’nde görevli Antropolog Harold Monroe önderliğinde bölgeye giden kurtarma ekibi, tüm arama çalışmalarına rağmen dört Amerikalı genci bulamaz. Ekipten geriye yalnızca film ruloları kalmıştır. Amerikalı bir televizyon kanalı, film ekibinin başına gelenlerin yer aldığı bu filmleri, Monroe’nun tüm itirazlarına rağmen yayınlamaya karar verir. Filmde izlediklerimiz film ekibinin başına gelen “sözde” gerçek olaylardır.
İtalya, Avustralya ve daha pek çok ülkede yasaklanan Cannibal Holocaust’ın yasağı bazı ülkelerde ilerleyen yıllarda kaldırılsa da, halen çoğu ülkede yayınlanmamakta ve ev sineması için herhangi bir platformda üretilmemektedir.
9. Salò o le 120 giornate di Sodoma (Salo Ya da Sodom’un 120 Günü) – 1975 – IMDb: 6,0
Orijinal adı Pasolini’s 120 Days of Sodom olan bu yapım, sadizmin isim babası ünlü aristokrat ve filozof Marquis de Sade’ın aynı adı taşıyan romanından uyarlanmıştır. Pier Paolo Pasolini yönetmenliğinde çekilen İtalyan-Fransız ortak yapımı bu filmde dört zengin libertin (cinsel arzularını hiçbir sınır olmadan yaşayan kişi, kişiler) ailenin gerçekleştirdiği acımasız eylemleri izliyoruz.
Bu aileler 18 genç kızı kaçırır ve tam dört ay boyunca onları şiddete, sadistik eylemlere, tecavüze, fiziksel ve zihinsel işkenceye maruz bırakır. Politik yozlaşma, gücün kötüye kullanımı, faşizm, sapkınlık, sadizm ve cinsellik gibi felsefi temalara dokunan film, ne yazık ki barındırdığı rahatsız edici derecede yüksek şiddet sahneleri sebebiyle vermek istediği mesajı aktaramaz.
Sodom’un 120 Günü izleyici tarafından öyle büyük bir tepkiyle karşılanır ki, yönetmen Pasolini Roma’da bir grup öfkeli izleyici tarafından katledilir. Yasaklanan filmlerden muhtemelen en trajik sonuca sahip olanı olsa gerek.
İngiltere, Kanada’nın Ontario eyaleti, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi daha pek çok ülkede gösterilmeyen filmin yasağı, bazı ülkelerde hala devam ederken bazı ülkelerde ise 18 yaş sınırı ile gösterilmekte ve edinilebilmektedir.
8. The Last House on the Left (Kanlı Tecavüz) – 1972 – IMDb: 6,0
“Elm Sokağı’nda Kabus” ve “Çığlık” gibi sayısız korku filmini türe kazandıran efsane yönetmen Wes Craven imzalı bu filmde, acılı bir ailenin kanlı intikam planına tanık oluyoruz.
17. yaş günü şerefine Mari Collingwood ve arkadaşı Phyllis Stone, Bloodlust adlı grubun konserine gitmek için ailelerinden izin koparmayı başarırlar. Konserde, esrar içmek isteyen kızlar Junior adlı bir torbacıyla tanışırlar. Junior, malı satmak için onları evine davet ederek onları bir tuzağa çeker çünkü evde kızları bekleyen iki hapishane kaçkını daha vardır. Kızlara vahşice tecavüz edip onları öldürdükten sonra çete kaçmak üzere yola düşer ancak seyahat sırasında araçları arızalanır. Geceyi geçirmek için ne tesadüftür ki Mari’nin ailesinin evini tercih ederler. Kendi aralarında yaptıkları konuşmaya kulak misafiri olan Mari’nin annesi, bu adamların biricik kızlarını öldürdüğünü öğrenince onlardan intikam almak için eşiyle acımasız ve kanlı bir plan kurarlar.
Wes Craven’ın bu bol kanlı ve rahatsız edici tecavüz sahneleri barındıran ilk filmi sayısız ülkede yasaklansa da henüz video kasetlerin, sinema filmleri kadar yoğun bir denetimden geçmemesi sebebiyle yayılması sonucunda kült mertebesine erişir. Yapılan denetimlerin ardından video kasetleri de yasaklanıp toplansa da, film İngiltere’de hiçbir zaman gösterim sertifikası almayı başaramaz.
Avustralya’da ise film hiçbir zaman yasaklanmaz ancak kendisine bir distribütör bulmayı başaramadığından gösterime girmez.
7. Pink Flamingos (Pembe Flamingolar) – 1972 – IMDb: 6,1
“Yaşayan En İğrenç İnsan” unvanının sahibi Divine, kafadan üşütük hippi oğlu Crackers ve 150 kiloluk annesi Edie ile karavanlarında sakin bir yaşam sürerler. Divine’ın unvanını kıskanan komşuları Connie ve Raymond Marble, kadın otostopçuları onları kaçırıp, doğan bebekleri gay ve lezbiyen çiftlere satmak amacıyla hamile bırakır. Üstelik ikili, bu bebek satışından kazandıkları parayla da okullarda uyuşturucu satışı yaparlar. Divine’ın sahip olduğu “Yaşayan En İğrenç İnsan” unvanını kazanabilmek için girdikleri yarışta Connie ve Raymond, kısa süre sonra kadının bu unvanı ne kadar hak ettiğini öğrenecektir.
Yazımından kurgusuna, yapımcılığından yönetmenliğine kadar John Waters’a ait olan ve yönetmenin “çöp üçlemesi” adını verdiği serinin ilk yapımı olan Pembe Flamingolar ensest, mastürbasyon, yamyamlık, tecavüz ve insanın midesini ağzına getiren iğrençlikteki sahnelerine rağmen LGBT örgütleri ve eleştirmenler tarafından oldukça benimsenir.
Film başta Avustralya, Norveç ve Kanada’da yasaklansa da bu yasaklar, filmin şöhretine gölge düşürmek bir yana dursun, dünya çapındaki popülaritesine katkı sağlayarak onun sinefiller gözünde kült mertebesine erişmesine neden olur. Daha sonraki kaset ve DVD’lerin kırpılarak yayınlanması sebebiyle Pembe Flamingolar’ın orijinal kurgusuna sahip 1980 dönemi VHS’leri, koleksiyonerler açısından büyük bir değere sahip.
6. The Burning – 1981 – IMDb: 6,5
Konusunu, bir New York şehir efsanesinden alan The Burning, “Cadılar Bayramı” ve “13. Cuma”nın açtığı düşük bütçeli “slasher” filmlerinin yolundan yürüyor.
Yaz kampının müstahdemi Cropsy’nin tüm vücudu, yanlış giden bir şaka sonucunda feci şekilde yanar ve hastaneye kaldırılır. Hem fiziksel hem de psikolojik olarak darmadağın olan Cropsy, 5 yıl sonra akıl hastanesinden salıverildikten sonra kampa geri döner ve bir bahçe makasıyla, ona bu şakayı yapan yapmayan herkesten intikam almaya başlar.
Gişedeki başarısını, içerdiği kanlı şiddet sahneleri ve vahşetten alan “slasher” türünün diğer örneklerinden çok da farklı içeriği olmasa da “The Burning”, John Lennon Suikastı ve gençlerin şiddete yönelimi sebebiyle oluşturulan denetim kurulunun kararına kurban gider ve gösterime girdiği tarihten itibaren tam 30 yıl boyunca yasaklı kalır. Aynı şekilde film İngiltere’de de yasaklanır ancak filmin sansürsüz versiyonu kazara VHS formatında ev sinemasına gelir. 2007 yılında yoğun şiddet sahneleri kırpılmış halde izleyicisine kavuşan filmin yapımcısı bugünlerde sayısız taciz iddiasıyla gündeme gelen Hollywood’un efsane ismi Harvey Weinstein.
5. The Evil Dead (Şeytanın Ölüsü) – 1981 – IMDb: 7,5
5 üniversite öğrencisi sakin bir tatil geçirmek için ormanlıktaki izbe bir kulübeye giderler. Evde Nekronomikon adlı antik Sümerler’den kalma bir kitap bulan gençler, kitabı okumalarıyla birlikte serbest kalan kötülüğün hedefi haline gelirler ve bu karanlık güç tarafından teker teker yok edilirler. Bu saldırıdan sağ kurtulmaya başaran tek kişi olan Ash, “şeytanın ölüsü”nden kurtulmalı ve hem ölü arkadaşlarının, hem gizemli karanlığın delirtici saldırılarına rağmen sabaha kadar hayatta kalmalıdır.
Sam Raimi’nin, korku üstadı H.P. Lovecraft’ın eserinden referans alarak yarattığı bu bol kanlı ve absürd yapım, Amerika Birleşik Devletleri’nde biraz törpülenerek gösterime girmeyi başarsa da, aynı şansı İngiltere’de uzun süre yakalayamaz. Kanlı şiddet sahneleri sebebiyle pek çok ülkede yasaklanan The Evil Dead, video kaset furyasından nasiplenir ve filmin orijinal kurgusunu barındıran kasetler sayesinde korku türünün klasiklerinden biri olur. Gösterime girdikten birkaç yıl sonra ise filmin sansürsüz hali gösterime 18 yaş üstü derecelendirilerek gösterime girmeyi başarır.
Babasının yanında çalışmaya dönmek üzere olan Raimi ile taksi şoförlüğü işini bırakan Bruce Campbell’ın ortak çalışması bu film, Stephen King’in “en sevdiğim film” sözü üzerine şöhretine şöhret katar.
4. The Texas Chainsaw Massacre (Teksas Katliamı) – 1974 – IMDb: 7,5
Jessica Biel’in kalın sesiyle çığlık atmayı beceremediği yeni yapımından çok önce, orijinal Texas Katliamı korku türüne yön veren bir klasik olarak sinema tarihindeki yerini almıştır.
Ed Gein adlı Amerikalı seri katilin gerçek hikayesini temel alan filmde bir grup genç, bir minibüse atlayarak seyahate çıkarlar. Yolculuklarının başlangıcında gençlerin keyfi yerindedir ancak bir süre sonra arabaya aldıkları otostopçunun garip hareketleri sebebiyle tedirgin olurlar. Gençlerden biri, otostopçunun ona bıçakla saldırması sonucunda yaralanır ve gençler adamı minibüsten atarak yola devam ederler. Ancak kısa süre sonra fark ederler ki bu otostopçu, onların arabasını insan eti yiyen yamyam ailesi tarafından yakalanmaları için işaretlemiştir. Gençler, bu yamyam ailenin elinden kurtulmaya çalışırken çıkışı olmayan bir labirente düştüklerinin farkına varırlar.
Bir korku klasiği olan Teksas Katliamı, gösterime girdiği yıl yasaklanmış filmlerden biri olmaz hatta bir pazarlama stratejisi olarak kullanılan “gerçek hikaye” sloganı sayesinde pek çok izleyiciyi sinema salonlarına çekmeyi başarır. Ancak bir yıl sonra ABD ve İngiltere başta olmak üzere pek çok ülke, içerdiği rahatsız edici vahşet ve işkence sahneleri sebebiyle filmin gösterimini yasaklar.
3. The Last Temptation of the Christ – 1988 – IMDb: 7,6
Türkiye’de yasaklanmış filmlerden biri olan ve Willem Dafoe ve Harvey Keitel’in başarılı oyunculuklarıyla dikkat çeken bu filmde Hazreti İsa’nın yaşadığı korku ve ikilemler ön plana çıkmaktadır. Nazaretli marangoz İsa, Romalılar için çarmıh yapmanın getirdiği suçluluk duygusuyla birlikte şeytanın kulağına fısıldadığı ayartıcı sözlerle yoldan çıkacağını hissetmektedir. Bir yandan yeryüzündeki insanlara duyduğu acıma duygusu ruhunu tüketirken diğer yandan Tanrı’nın çağrısına nasıl cevap vereceğini bilmemesi İsa’yı, içinden nasıl çıkacağını bilmediği karanlık bir boşluğa iter.
Tanrı’nın çağrısını yanıtlayıp peygamber olarak onun adını yayarak görevini tamamlamak üzereyken Hazreti İsa, normal bir insan gibi yaşamaya devam edebilmenin arzusuyla inancının sarsıldığını hisseder. Nikos Kazantzakis’in 1955 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan filmde İsa, bir peygamber olarak yüceltilmek şöyle dursun her insan gibi zayıflıkları ve zaafları olan ve zaman zaman bu zaaflara yenik düşen biri olarak resmedildiğinden ötürü ülkemiz başta olmak üzere, Yunanistan, Meksika, Şili, Filipinler, Singapur ve Arjantin’de yasaklanmıştır.
Gösterime girdiği ülkelerde de sinema salonlarının önünde büyük protestolara sebep olan filmin Fransa’daki gösteriminde salon protestocular tarafından ateşe verilmiştir. Video kasetleri ve DVD’leri yayınlansa da Blockbuster Video öncülüğündeki birçok tedarikçi, filmi satmayı reddetmiştir.
2. Freaks (Ucubeler) – 1932 – IMDb: 7,9
Yasaklı filmler listesinin belki de en garibi, Cleopatra rumuzlu trapezci, onunla aynı sirkte çalışan ve yan gösterilere çıkan cüce Hans’la evlenmek istemektedir. Ancak Cleopatra’nın Hans’a olan ilgisi yalnızca maddiyatla ilgilidir. Bir diğer sirk çalışanı Herkül’e tutkuyla bağlı olan Cleopatra, Hans’a onun gibi fiziksel deformasyona sahip arkadaşlarının onu kullandığına ve kandırdığına ikan etmeye çalışsa da başarılı olamaz. Düğün gecelerinde sarhoş olan Cleopatra, sirkteki ucubelere onlar hakkında gerçekten neler düşündüğünü ve hissettiğini onlarla alay ederek anlatır. Sirk ekibi, Cleopatra’dan intikam almak için onu kendilerinden biri yapmaya karar verirler.
Todd Browningin yönettiği 1932 tarihli Ucubeler daha gösterime girmeden büyük bir kıyıma uğrar. Filmin ön gösterimi sırasında bir kadın MGM’i (Metro Goldwyn Mayer) izlediği filmin düşük yapmasına sebep olduğu gerekçesiyle dava etmekle tehdit eder. Bu tehdit karşısında yapımcı firma, orijinal süresi 90 dakikayı bulan filmi kırparak 64 dakikaya indirir. Bu kesintiye rağmen Ucubeler, filmde fiziksel deformasyona sahip gerçek sirk çalışanları kullanılması sebebiyle gösterime girdiği yıl büyük tepki alır. Filmin rahatsız edici görselliğinden dolayı pek çok izleyici ya salonu terk eder ya da filmi izlerken fenalık geçirir. Film tam 30 yıl boyunca İngiltere’de yasaklı kalsa da sonunda 1960’lı yıllarda yeniden keşfedilir ve kendi yarattığı bir alt türün tek ve en iyi örneği olarak sinema klasikleri arasındaki yerini alır. Filmin kesilen 30 dakikalık bölümü ise ne yazık ki yıllar içerisinde kaybolur.
1. Persepolis – 2007 – IMDb: 8,1
Marjane Satrapi’nin aynı adı taşıyan biyografik çizgi romanından uyarlanan Persepolis’te, İran’ın Şah yönetimindeki halini ve İslami devrim sonrasındaki büründüğü atmosferi Marji’nin gözünden izliyoruz.
Bruce Lee’nin öğrencisi olmak gibi hayallerle dolu olan küçük Marji, devrim sonrası her geçen gün muhafazakarlaşan İran’da yaşamının nasıl değiştiğini, özgürlüklerini ve haklarını nasıl kaybettiğini bize siyah beyaz estetik karelerde anlatır. Alkol tüketiminin tamamen yasak olduğu ülkede kadın ve erkeklerin bir arada bulunduğu etkinliklerin düzenlenmesi dahi devrim sonrasında suç haline gelmiştir. Ülkesinin düştüğü buhranın sonucunda Marji daha fazla sessiz kalamaz ve kendince bir protesto geliştirerek yasak olan yabancı müzik dinlemek, hatları belli edecek şekilde giyinmek gibi suç sayılan eylemlerin her birini uygulamaya başlar. Öyle ki öğretmenlerinin, devrim öncesi zulümlerle ilgili söyledikleri yalanlara da karşı çıkarak dikbaşlılığını sürdürür. Marji’nin tutuklanacağından korkan ailesi, tüm bu kaostan kurtarmak için kızlarını Viyana’ya gönderir.
İran’da 6 önemli sahnesi sansürlense de gösterime girmeyi başaran Persepolis, İran Farabi Fonu adlı örgütün yazdığı tehditvari mektuba rağmen 2007 Cannes Film Festivali’nde gösterilir. Ancak aynı durum Bangkok Film Festivali’nde de yaşanır ve film, festivalin organizatörleri ile İran Büyükelçiliği’nin yaptığı görüşme sonrasında festivalden kaldırılır.
İran’da yaşananlar üzerinden evrensel bir özgürlük haykırışı sunan Persepolis’in filmiyle birlikte çizgi romanı da başta İslam ülkeleri olmak üzere pek çok yerde ya yasaklanmış ya da belli kısımları sansüre kurban gitmiştir.